Muhalefet açısından değişim arzusunun kursak da kaldığı bir süreçte, değiştirme ve değişme arzusu hastalıklı bir hal alabilir. Bunun önüne geçmenin yegane yolu ise bana kalırsa değişmez bir mücadeleyi, dönüştürme çabasını, kazanç ve kayba endeksli heyecan ile takasa yönelmektir.
Siyaset ulemasının gediklileri bile seçim ile yapılmayan değişimin, kongreler vasıtasıyla yapılması yönünde görüş belirtiyor. İktidarın değişmesi gerektiği yönünde istek ve talepleri olmayanların bile muhalefette değişimin gerekli olduğu yönündeki tespitleri biraz tuhaf kaçsa da, doğruluğundan şüpheye düşmeyen tespitler olarak ele alınıyor. Beklenen değişimin gelmemesinin neredeyse bütün suçunu başta Kılıçdaroğlu olmak üzere, seçimde bir araya gelmiş yahut gelmeyi başarabilmiş kişi ve kurumlara yüklenmeye çalışılıyor ki; haklılık payları ciddi derece de mevcut. Fakat değişimin kendisi değiştirmeye yeter mi? Yani bir kişisel gelişim mottosu olarak “bir şeyleri değiştirmek istiyorsanız kendinizden mi başlamalısınız?”
Doğrudur ki muhalefet cenahında var olan heyecan bir AK Parti zaferi ile ciddi anlamda eridi. Ancak seçimler öncesi yaşanan heyecanın bir şeyleri değiştirmeye yetmediğini gördüğümüz zaman yeniden uyandırılacak bir heyecandan medet ummak biraz tuhafa kaçıyor. Gaza gelinmiş bir ruh hali ile “bu kez kazandık” demek için örgütlenmek, ayaklanmak kazanmaya yetmedi, bundan sonra da yetmeyecek.
Bir başka handikap ise İktidarın hatalarının ülkeyi soktuğu zorluktan medet ummak.
Ekonomik krizi iliklerine kadar hissedecek mahallenin insanlarının hatırı sayılır çoğunluğu koşa koşa Erdoğan’a ve AK Parti’ye gitti. İnsanların fakir olduğu gerçeğini insanların gözüne sokarak, fakir olduklarına inandırmaya çalışarak geçirilen seçim süreci de beklenen randımanı sağlamadı.
O halde ne yapmak gerekiyor.
Bir kere AK Parti karşısında kaybetmenin parti içi kazanç stratejisine dönüşmesi, parti içi hesaplaşmalar için öne sürülmesi ciddi bir hata. Kılıçdaroğlu’nun değiştirilmesi talebi “bak 12 kez yenildi” sözünün arkasına saklanarak yapılmamalı. “Kılıçdaroğlu değil ben kazanırım” iddiasının altı bir şekilde doldurulmalı. Bir futbol müsabakasına devşirilen politik tercihlerin aynı şekilde parti içlerine sirayet etmesi ülke içindeki “bizler onlar” kavgasının daha da derinleşmesine neden olacaktır. Bu nedenle salt kazanmak değil, aynı zamanda ilkesel hedefler gözeten bir değişim talebinde bulunulmalı.
İşin aslı bu kadar cisimleştirilen kazanç kayıp muhasebesine karşın, pek de dinlenecek sözler söylemediğimin farkındayım.
Ancak gördük ki kazanacağım yahut kazanacağız demek yetmiyor. AK Parti’nin kazanması için gerekli politik koşullar var oldukça, AK Parti kazanmaya devam edecektir. Muhalefet bu nedenle AK Parti’nin karşısına konumlanmak, yahut AK Parti’nin karşısında dizilmek yerine bu koşullara odaklanmalı. Nihayetinde karşındakine dönüşme ihtimalin bir hayli yüksek. O koşulları ortadan kaldıracak hamleler yapılmadan buna kafa yormadan kazanç veya kaybı konuşmak bir hayli lüks. Toplumsal değişim için çaba sarf etmeyi iktidar olduktan sonraya bırakmamak bu noktada sebat etmek de bana kalırsa değişimin olmazsa olmazı. AK Parti’yi yenmek için kendi Tayyip Erdoğanını bulma hevesinden ise acilen uzaklaşmalı.
Muhalefet açısından değişim arzusunun kursak da kaldığı bir süreçte, değiştirme ve değişme arzusu hastalıklı bir hal alabilir. Bunun önüne geçmenin yegane yolu ise bana kalırsa; değişmez bir mücadeleyi, dönüştürme çabasını, kazanç ve kayba endeksli heyecan ile takasa yönelmektir. Biri yahut birilerini değiştirmek değil, başta bakış açısı olmak üzere kendimizi değiştirmektir.