“40 yıldır siyaset yapıyorum.
Gençliğimizde hepimiz, bu ülkeye sahip çıkmanın davasını güdüyorduk.
Memleket daha iyi olsun, vatandaş daha huzurlu olsun kavgasını yapıyorduk.
O gün kavga ettiğimiz o samimi ülkücülerde de, bende de o kavgaların hatırı vardır.
Bugün o samimi siyaseti güden her ülkücü, sahte gülücüklere kanmayacaktır.
Samimiyetin ne kadar kutsal bir değer olduğunun farkındadırlar.
Belediye başkanlığımda davası memleket olanların desteğini her zaman hissettim.
Yukarda ne kadar ittifak olursa olsun.
Bu seçimlerde de destek vereceklerdir.” dedi Kazım Kurt…
Oysa ki, “Ben ülkücülerin oylarının yüzde kaçını alırsınız?” diye basit bir soru yöneltmiştim kendisine
Hiç rakam söylemedi, yüzdelik dilimlere prim vermedi.
Rakamların kıymeti üzerine her sokak başında konuşulanlara sırtını dönerek, sadece hitap ettiği kitleyi anlatmayı tercih etti. Samimiyetin kazanacağından o kadar eminki, ikinci bir soru sormadan devam etti: İnsanlar artık “yüzde bilmem kaç, bu kadar oy alır, bu kadar oy giderden” sıkıldı.
İnsanları sayıya indirerek, siyaset yapmayı öğretiyorlar.
İşin garip tarafı ne siyaset kurumu, ne de seçmenler bu gidişata dur diyemiyor.
Ben hayatım boyunca mücadele ederek kazandım.
Doğru bildiklerimi anlattım.
Topluma gerçek sözler söyledim, gerçek işleri hayata geçirdim.
Bundan sonra da burada durmaya kararlıyım.
“Peki, seçim nasıl gidiyor?” diye soruyorum.
“Bizi kimse insanları bir birine düşürelim diye seçmiyor. Toplumda kaynaşmayı, dayanışmayı, dostluğu arttıralım diye seçiyorlar. Yazılmayan bir anlaşmadır bu. Ama özellikle seçim dönemlerinde kazanma hırsı ile adaylar bu çizgiyi aşıyor. İnsanların bir birine düşman ettikten sonra bir siyasetçinin kazanıp veya kaybetmesinin hiçbir anlamı kalmaz. Hele ki, Eskişehir gibi gerçekten ülkede fark yaratan, barışçıl bir atmosferi olan şehirde siyasete büyük sorumluluk düşüyor. Bazen bu sorumluluğun unutulduğunu düşünüyorum. Ama Eskişehirli bu tür taşkınlıklar yapanlara dur demesini bilen bir şehirdir” diyerek sohbeti bitiriyor.