Anayasa Hukukçusu Yrd. Doç. Dr. Bülent Yücel: “Türkiye’nin ihtiyacı denetlenemez bir cumhurbaşkanlığı makamı değildir. Türkiye’nin ihtiyacı kurumların iyi çalıştığı parlamenter modeldir” dedi.
Röportaj: Ayşe Kaytan Uçak
Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Bülent Yücel ile anayasa değişikliği ve referandum sürecini konuştuk. Yrd. Do. Dr. Yücel, “Yani siz ‘Cumhuriyet rejimini doğrudan kaldırıp yerine “tek adam rejimi” ve belki de bir “monarşi getiriyorum” demiyorsunuz ama getirdiğiniz başkanlık modeli cumhuriyetin özüne, esaslarına, ruhuna çok aykırı yerlere gidecek düzenlemeler içeriyor” ifadelerini kullandı.
Olağanüstü halde anayasa değiştirilir mi?
1982 anayasası, ‘savaş, seferberlik, OHAL veya sıkıyönetim gibi olağanüstü yönetim ismini verdiğimiz dönemlerde anayasa değişikliği yapılamaz’ şeklinde bir hüküm içermiyor. Dolayısıyla bu süreçlerde hukuken anayasa değişikliği teklif edilebilir, anayasa değişikliği görüşülebilir, anayasa değişikliği için referandum yapılabilir. Ama bu pozitif hukuka dair bir cevaptır. Bir de bunun siyasi bir cevabı vardır. Bu kadar baskıya açık bir ortamda ülkenin geleceğini ve kaderini bu denli derinden etkileyecek bir anayasa değişikliği kanunu yapmak ne derece demokratiktir. Anayasa değişikliği kanununun hazırlığı, olgunlaştırması, anlaşılması ve kabul edilerek içselleştirilebilmesi açısından ne kadar yerindedir sorusuna hiç de yerinde değildir cevabını vermek durumundayız. Çünkü olağanüstü hal temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırıldığı bir dönemi ifade eder. Devlet birtakım sıkıntılar karşısında yetki alanını genişletir, hatta anayasanın belli hükümlerinin uygulanmasını askıya almaya çalışır. Neden? Bazı tedbirleri kolay alabilsin, hızlı hareket etsin diye. Devlet aygıtının kişi ve kurumlar üzerinde ve sivil toplum üzerindeki baskısı olağan dönemden daha ağır hale gelir. Dolayısıyla siz siyasi iktidarın düşündüğünün dışında ona karşı bir görüş açıklıyorsanız emin olunuz ki olağanüstü halin tüm imkânlarını (ekonomik, idari, siyasi, hukuki) kullanarak sizin üstünüze geleceklerdir ve sizin karşı bir propaganda yapmanıza izin vermeyeceklerdir. Bu da referandum sürecinin kâğıt üzerinde kalmasına, anti demokratik bir süreç olarak gerçekleşmesine neden olacaktır.
Anayasa değişikliği bir gereklilik miydi?
Bizim imparatorluk dönemimizden beri tarihsel bir hastalığımız vardır. Bir anayasa yapalım, tüm sorunları çözeriz hastalığıdır bu… 1982 Anayasası dört dörtlük, şahane, her ihtiyacımızı karşılayan, çok demokratik hükümler içeren bir anayasa olduğunu düşündüğümden bunu söylemiyorum. Anayasa bir enstrümandır. Siyasi iktidarın sınırlandırılması, hukuk devleti, insan hakları ve demokratik sistemin iktidar karşısında kurumsallaşabilmesi için nasıl erkler ayrılığı önemli bir ilke ise anayasa da önemli bir enstrümandır. Şunu söyleyeyim anayasa değişikliği gerekli midir? Doğrudur, 1982 Anayasası’nın bu değişik halinin ötesinde bir anayasaya ihtiyacımız vardır. Ama ‘hayır’ bu içerikte bir anayasa değişikliğine ihtiyacımız yoktur.
Bu bir sistem değişikliği mi, yoksa rejim değişikliği mi olacak?
Bu bir kelime oyunu gibi geliyor. Rejim Fransızca, sistem İngilizce bir sözcüktür ve belirli kurumların/parçaların bir araya gelerek anlamlı bir bütün oluşturması anlamını taşır. Bu yapılan hükümet sistemi değişikliğidir. Çünkü bizim siyasal yönetim tarzımız cumhuriyettir. Siyasal yönetim tarzı, monarşiden, meşruti monarşiye, meşruti monarşiden, cumhuriyete doğru bir gelişim göstermiştir. Bu siyasal yönetim tercihimiz. Siyasal yönetim tercihi içinde bir de hükümet yönetim tercihimiz vardır. O hükümet sistemi tercihi de daha alt bir kavramdır. Yani devlet şekliniz ve o şekil çerçevesindeki yönetim anlayışınız ''siyasal rejiminizi ya da sisteminizi'' ifade eder. Bir de onun içindeki hükümet modellemesi yani yasama organı ile yürütme organı arasındaki ilişkiler hükümet sisteminizi ya da rejiminizi gösterir.
Başkanlık modeli ‘cumhuriyetin özüne’ aykırı düzenlemeler içeriyor
Rejim değişikliği mi, sistem değişikliği mi kavgası var. İkisi de aynı şey kavram olarak ama soruyu şöyle sorsak, bu hükümet modellemesi ya da bu hükümet sistemi değişikliği Türkiye'nin siyasal sistemini/rejimini değiştirecek mi? Evet değiştirir. 1961 anayasası klasik anlamıyla bir parlamenter hükümet sistemini/rejimini kurumsallaştırır. 1982 anayasası parlamenter modeli biraz klasik halinden çıkartır ve devlet başkanını güçlendirmeye çalışan bir parlamentarizme dönüştürür. Referanduma sunulacak olan anayasa görünüşte/sözde bir hükümet sistemi/rejimi değişikliğidir. Çünkü hâlâ kâğıt üzerinde anayasada devletin siyasal sistemi / rejimi cumhuriyet gözükecektir. Ama bu hükümet sistemi/rejimi değişikliği o cumhuriyet mantığının içini çok ciddi ölçüde boşaltacaktır. Yani siz ‘Cumhuriyet rejimini doğrudan kaldırıp yerine “tek adam rejimi” ve belki de bir “monarşi getiriyorum” demiyorsunuz ama getirdiğiniz başkanlık modeli cumhuriyetin özüne, esaslarına, ruhuna çok aykırı yerlere gidecek düzenlemeler içeriyor.
HSYK üyelerinin cumhurbaşkanı tarafından atamasının hukuka etkisi ne olur?
Değişiklikler ‘yargının bağımsız ve tarafsız olmasını’ söylüyor. Tarafsızlık, yargıcın hangi düşünceden, inançtan, felsefi ya da siyasi anlayıştan olursa olsun yargılama konusunda nesnel olması gerektiğinin ifadesidir. Bağımsızlık ise yasama, yürütme ve mensubu olduğu yargıdan ve çevreden tesir altında kalmaması gereğini ifade etmektedir. Türkiye’deki adli ve idari yargıç ve savcıların bütün kariyerlerini, çalışma durumlarını, özlük haklarını, disiplin uygulamalarını belirleyen ve yöneten bir idari kurul olarak Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) oluşturulmuştur. Bu kurulu Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na (HSK) dönüştürüyorlar. Bu anayasa değişikliği ile…Yüksek ibaresini çıkartıyorlar. HSK, 13 üyeden oluşturuluyor. Bu kurul bir yargıcın sürekli baktığı bir kuruldur ve “acaba benim hakkımda ne yapacak” diye hafif de endişeyle yaklaştığı bir organdır. Kurula kim hâkimse yargıçları da dolaylı olarak etkileyecektir. Kurulun, meslekten çıkarma hariç hiçbir işlemini yargı organına götüremezsiniz, yani yargıya kapalı bir kuruldur. İşlemi yapar, işlemin muhatabı olarak o işlemi iptal ettirmek için yargı organına götüremezsiniz. Hukuk devleti ile bağdaşan bir durum değildir.
Devlet başkanı kurnanın başını tutuyor
Anayasa değişikliği böyle konularda gerekiyor. Cumhurbaşkanın yetkilerini artırmak için değil, hukuk devletini güçlendirmek için, daha demokratik bir siyasal anayasal düzen oluşturmak için, insan hak ve özgürlüklerini güçlendirmek için... HSK’ye yeniden dönersek… Bu 13 üyenin içinde kimler var; Adalet Bakanı (sekreteri), bu Sekreterin müsteşarı olacak. 13 üyeden 2’si devlet başkanının belirlediği sekreter ve sekreter müsteşarı. Başka kimler var? 13 kişiden 4 kişiyi devlet başkanı doğrudan seçecek. Yargıtay ve Danıştay’dan seçecek ama kendi seçecek. Böylece 13'de 6 direkt devlet başkanının belirlediği kişiler oluyor. Kalan 7 üyenin 3’ünü Yargıtay belirliyor. Birini (1) Danıştay belirliyor. Kalan 3 üyeyi de TBMM belirleyecek. TBMM kimin kontrolünde? Devlet başkanının güçlü olduğu bir rejimde Meclis’te ona yakın partinin kontrolünde olur. O 3 kişiyi de meclis de devlet başkanına yakın parti çoğunluğu belirleyecektir pratikte… O kurul bütün yargı teşkilatını etkileyen bir kurul. Devlet başkanı kontrolünde ise o yargı ne kadar bağımsız olur? Kurulu, bir çeşmeye benzetirsek devlet başkanı kurnanın başını tutuyor. Çok sağlıklı bir modele gittiğimizi söyleyemeyiz. Denir ki devlet kural koyar, koyduğu kuralı erkler ayrılığı sistemi mantığı içerisinde yasama organı gerçekleştirir. Konulan bu kanunu yürütme organı hayata geçirir bir de oluşturulan kanunların yürütülmesi esnasında oluşan uyuşmazlıkları çözen yargı organı vardır. Kuvvet kuvveti durdurur mantığı… Yasama yürütme ve yargı arasındaki ilişkiler alanında devletin bir organının ötekiler üzerinde aşırı güçlenmesinin engellenmesi demokrasi için şarttır. Hiçbir demokratik sistem gücün 1 kişide 1 kurumda, kurulda odaklandığı bir mantıkla işlemez. Öyle bir demokratik sistem yoktur zaten… onlar totaliter modellerdir. Totaliter mantık içinde bütün güç bir yerde toplanır. Ama siz demokratik olduğunuzu iddia ediyorsanız ki bizim Cumhuriyetimiz demokratik bir cumhuriyet olduğunu anayasanın 2. maddesinde geçiyor. Bu haliyle anayasa değişikliği kanunu gerçekleştirdiği hükümet modellemesi ile cumhuriyetin demokratik olma özelliğini ortadan kaldıracaktır. Bu anayasa değişikliği kanunu görünüşte bir hükümet sistemi değişikliğidir ama “demokratik cumhuriyet yönetim modelini korur mu ya da sağlar mı” derseniz yanıtım maalesef HAYIR olacaktır.
Yeni anayasa değişikliğinin Cumhurbaşkanını çok güçlendirdiği belirtiliyor bunun sakıncaları nelerdir?
Anayasa değişikliği kanununun 8. maddesi, Cumhurbaşkanını devletin başı olarak nitelendiriyor. Bu önceki anayasalarda da var zaten ve doğal bir şey bu... Ama maddenin devamında “yürütme yetkisi” Cumhurbaşkanına aittir denerek Bakanlar kurulu ve başbakanlığın ortadan kaldırıldığı düzenleniyor. Böylece bütün yürütme gücünü / kudretini de devlet başkanına vermiş oluyorsunuz. Devlet başkanı, hem başbakan hem cumhurbaşkanı oluyor. Bu anlamda Amerikan modeline benziyor. Amerika devlet başkanında da yürütme aynı kişide toplanır. Ama onun, sınırsız bir güce ulaşmaması için çok değişik mekanizmalar, bağımsız işleyen bir yargı teşkilatı, çok etkin bir yasama yapılanması yani meclis bulunur. Türkiye’de yapılacak olan Anayasa değişikliği cumhurbaşkanına inanılmaz bir güç veriyor. Bu gücü dengeleyecek bir gücümüz bu anayasa değişikliği ile tamamen ortadan kaldırılmış durumdadır.
Yargıda çok büyük etkinliği olacak Cumhurbaşkanının…
8. maddede yürütme yetkisi Cumhurbaşkanı’na aittir ve Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanları atar ve görevlerine son verir denmekte. ABD’de Trump sekreterlerini belirlerken, meclisin onayını almak zorundadır oysa bizde böyle bir dengeleme ve denetleme mekanizması bile yok… Yani istediğini atayacak, istediğini alacak Cumhurbaşkanı… II. Abdülhamit yetkisidir bu. Yargıda çok büyük etkinliği olacak Cumhurbaşkanının… yürütme zaten kendisine ait. Gelelim yasama organına, yasama organındaki tesiri cumhurbaşkanı partili Cumhurbaşkanı olacak partili cumhurbaşkanı olması demek partisi parlamentoya girdiğinde o parti üzerinde cumhurbaşkanının siyasi gücü olacaktır demektir. ABD başkanlık sisteminin avantajlarından bir tanesi de partilerin disiplinsiz olmasıdır. Ne demektir bu? Yani parti üyelerin, senatörlerin ve temsilciler meclisindeki üyelerin başkana rağmen bazı konularda partiden atılma korkusu yaşamaksızın oy verebilmeleri, düşüncelerini özgürce söyleyebilmeleridir. Partideki üyeler genel başkandan korkmazlar. Türkiye kıta Avrupa’sı hukukuna yakın olduğu gibi siyaset kültürü de kıta Avrupa’sına yakındır. Partiler disiplinlidir. Partili cumhurbaşkanı olarak parlamentoda bir gurubunuz varsa cumhurbaşkanın istediği bir şey meclis grubu tarafından ret edilebilir mi...(!) siyaseten çok zor… Partili bir cumhurbaşkanı, parlamentoda disiplinli bir partinin çoğunluğunu elinde tutarsa, yürütme organı olarak zaten tek başına yetkili ise, yargıyı da bir biçimde biçimlendirebiliyorsa siz o cumhurbaşkanını nasıl denetleyeceksiniz?
Cumhurbaşkanını felakete sürüklüyorsunuz
Türkiye’nin ihtiyacı denetlenemez bir cumhurbaşkanlığı makamı değildir. Türkiye’nin ihtiyacı kurumların iyi çalıştığı parlamenter modeldir. Bunu daha iyi hale getirmek varken, biz adeta bütün yumurtaları bir sepete koyuyoruz. Neden tüm yumurtalar bir sepete konmaz? Sepet bir düşerse hepsi kırılır. Siz tüm imkânları, kabiliyetleri ve yetkileri bir (1) kişiye teslim ederseniz ve o kişi sizi ya sıkıntıdan çıkaramazsa… Bu felakettir. Çünkü öteki organlar denetleyemeyecek, yargı devreye girmek istese de giremeyecek önüne HSK geçecek, muhalefet bir şeyler yapmak istese yasamadaki çoğunluk, partili cumhurbaşkanı olduğu için orda blokaj/engelleme yapacak. Dolayısıyla cumhurbaşkanını eleştirecek, onu bir hatadan döndürecek mekanizmaları ortadan kaldırıp cumhurbaşkanını felakete sürüklüyorsunuz. Tek kişinin üstüne çok fazla sorumluluk veriyoruz.
Anayasa değişikliği gündeme getirilirken “daha güçlü bir Türkiye için” vurgusu yapıldı. Bu değişikliğin ülkeyi daha güçlü kılması mümkün mü?
Ülkenin güçlü olması bir kişinin hukuken yetkilendirmesi ile gerçekleşmez. Ülkenin güçlü olması çeşitli açılardan belirli standartların yakalanmasına ve hatta o standartların üzerine çıkmasıyla ile ilgili bir şeydir. Ekonomik olarak üreten bir ülkenizin olması, ürettiğinizi sosyal bir adalet içinde paylaşılması, insan hakları kriterlerinde en üst seviyeyi zorlamanız, ülkenizi üst sıralara çekmeniz, demokratik bir ülkeye sahip olmanız, insanlarınızın yaşama standartlarınızın yüksek olması, eğitim seviyenizin yüksek olması, sizin ülkenizin insanlarının uluslararası platformlarda birçok ödül alabilecek eserler üretebilmesi, çalışmalar yapabilmesi, belli ölçülerde askeri ve diplomatik gücünüzü hissettirecek itibarınızın olması sizi daha güçlü bir ülke haline getirecektir. Güçlü Türkiye kaliteli, iyi yetişmiş, sağlıklı bir toplum yapısı, iyi yetişmiş bireyler, yüksek hayat standardı, yüksek insan hakları standardı, yüksek demokratiklik standartları içerir. Ekonominizin güçlü olması ile ilgilidir. Sizin yoksulluk oranınız yükseliyorsa, işsizlik oranınız yükseliyorsa, enflasyon oranınız artıyorsa, çok kırılgan bir ekonomik, idari ve siyasi yapınız varsa, hukuk sisteminiz yargı bağımsızlığını taşımıyor gibi şüpheler varsa tüm yetkiyi 1 kişiye verseniz ne olacak?
AKP kendini reddeder
İktidar partisi, 2002’den bugüne kadar sürekli 300’den fazla (7 Haziran 2015 Seçimleri hariç) milletvekili çıkaracak kadar seçmenden teveccüh görmüş, sevilmiş bir partidir. AKP ve bu sürenin çok önemli bir kısmında R. Tayyip Erdoğan parti başkanı ve başbakan olarak ülkeyi yönetmiştir. Bu 15 yıllık dönemde Türkiye’yi yöneten parti her istediğini yapmıştır. Sonuç itibarıyla istikrarsız bir yönetim anlayışı da yoktur. Hem de sistem, parlamenter hükümet sistemi olarak işlemiştir. Türk halkının bütün yetkiyi tek bir kişiye vermek gibi bir derdi yok… Orada bir zayıflık olsaydı 12 yıl başbakanlık yapan R. Tayyip Erdoğan Türkiye’si güçsüz bir Türkiye olarak tanımlanırdı. Oysa iktidar partisi ve Erdoğan, sürekli Türkiye’yi kalkındırdığını söylemekte ve istikrar vurgusu yapmaktadır. Parlamenter sistem bu istikrarsızlığa yol açsaydı düne kadar söyledikleriniz yanlış mıydı diye sormak gerekir… Ama bugün “onun başkanlığı ile ülke güçlü hale gelecek” demek önceki başbakanlık dönemini reddetmek anlamına gelecektir.
Peki, “Türk tipi başkanlıkla” ne demek isteniyor?
Türk tipi daha muhafazakâr, daha milliyetçi, daha mukaddesatçı kesime şirin göstermek için seçilmiş olabilir. Bu ifadeyle, anayasa hukukçularının başkanlık diye adlandırdığı hükümet modelinin çok dışına çıkılmış. Neden diyecek olursanız. Başkanlık saf bir modeldir ve kendine özgü kurumları vardır. Bir yerde Amerika uygulamasıyla özdeştir bir sistemdir ve sert kuvvetler ayrımına dayanır. Gündeme getirilen sistem de ise yarı başkanlık sistemi ile başkanlık sisteminin birleştirilmesi gibi bir melezlemeyi gözlemliyorum ben…. Yarı başkanlıkta cumhurbaşkanının parlamentoyu seçime götürme yetkisi var biz ona “taktik fesih” diyoruz. Bizdeki anayasa değişikliği ile de bu imkân Cumhurbaşkanına sunuluyor. Oysa başkanlık sisteminde böyle bir yetkilendirme sistemin temel mantığına aykırıdır. Bu noktada Türk tipi tarifi önemli değil. Mübarek dönemi Mısır’ı ya da Saddam Hüseyin dönemi Irak’ı ya da şu anki Suriye’nin yönetimi tarzı bir otoriter rejime/sisteme yol açacak bir hükümet sistemini almak ne kadar doğrudur. Bu tip ülkelerde de anayasalar vardır ama askılardaki paltolar gibidir. İçselleştirilmez. İnsan derisi gibi değildir üzerinizi kaplamaz. Tercihiniz nedir? Arada bir giyip çıkaracağınız palto mu? Yoksa içselleştirdiğiniz, önemsediğiniz, benimsediğiniz sizi koruyacak bir deri mi?
Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Bülent Yücel ile anayasa değişikliği ve referandum sürecini konuştuk. Yrd. Do. Dr. Yücel, “Yani siz ‘Cumhuriyet rejimini doğrudan kaldırıp yerine “tek adam rejimi” ve belki de bir “monarşi getiriyorum” demiyorsunuz ama getirdiğiniz başkanlık modeli cumhuriyetin özüne, esaslarına, ruhuna çok aykırı yerlere gidecek düzenlemeler içeriyor” ifadelerini kullandı.
Olağanüstü halde anayasa değiştirilir mi?
1982 anayasası, ‘savaş, seferberlik, OHAL veya sıkıyönetim gibi olağanüstü yönetim ismini verdiğimiz dönemlerde anayasa değişikliği yapılamaz’ şeklinde bir hüküm içermiyor. Dolayısıyla bu süreçlerde hukuken anayasa değişikliği teklif edilebilir, anayasa değişikliği görüşülebilir, anayasa değişikliği için referandum yapılabilir. Ama bu pozitif hukuka dair bir cevaptır. Bir de bunun siyasi bir cevabı vardır. Bu kadar baskıya açık bir ortamda ülkenin geleceğini ve kaderini bu denli derinden etkileyecek bir anayasa değişikliği kanunu yapmak ne derece demokratiktir. Anayasa değişikliği kanununun hazırlığı, olgunlaştırması, anlaşılması ve kabul edilerek içselleştirilebilmesi açısından ne kadar yerindedir sorusuna hiç de yerinde değildir cevabını vermek durumundayız. Çünkü olağanüstü hal temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırıldığı bir dönemi ifade eder. Devlet birtakım sıkıntılar karşısında yetki alanını genişletir, hatta anayasanın belli hükümlerinin uygulanmasını askıya almaya çalışır. Neden? Bazı tedbirleri kolay alabilsin, hızlı hareket etsin diye. Devlet aygıtının kişi ve kurumlar üzerinde ve sivil toplum üzerindeki baskısı olağan dönemden daha ağır hale gelir. Dolayısıyla siz siyasi iktidarın düşündüğünün dışında ona karşı bir görüş açıklıyorsanız emin olunuz ki olağanüstü halin tüm imkânlarını (ekonomik, idari, siyasi, hukuki) kullanarak sizin üstünüze geleceklerdir ve sizin karşı bir propaganda yapmanıza izin vermeyeceklerdir. Bu da referandum sürecinin kâğıt üzerinde kalmasına, anti demokratik bir süreç olarak gerçekleşmesine neden olacaktır.
Anayasa değişikliği bir gereklilik miydi?
Bizim imparatorluk dönemimizden beri tarihsel bir hastalığımız vardır. Bir anayasa yapalım, tüm sorunları çözeriz hastalığıdır bu… 1982 Anayasası dört dörtlük, şahane, her ihtiyacımızı karşılayan, çok demokratik hükümler içeren bir anayasa olduğunu düşündüğümden bunu söylemiyorum. Anayasa bir enstrümandır. Siyasi iktidarın sınırlandırılması, hukuk devleti, insan hakları ve demokratik sistemin iktidar karşısında kurumsallaşabilmesi için nasıl erkler ayrılığı önemli bir ilke ise anayasa da önemli bir enstrümandır. Şunu söyleyeyim anayasa değişikliği gerekli midir? Doğrudur, 1982 Anayasası’nın bu değişik halinin ötesinde bir anayasaya ihtiyacımız vardır. Ama ‘hayır’ bu içerikte bir anayasa değişikliğine ihtiyacımız yoktur.
Bu bir sistem değişikliği mi, yoksa rejim değişikliği mi olacak?
Bu bir kelime oyunu gibi geliyor. Rejim Fransızca, sistem İngilizce bir sözcüktür ve belirli kurumların/parçaların bir araya gelerek anlamlı bir bütün oluşturması anlamını taşır. Bu yapılan hükümet sistemi değişikliğidir. Çünkü bizim siyasal yönetim tarzımız cumhuriyettir. Siyasal yönetim tarzı, monarşiden, meşruti monarşiye, meşruti monarşiden, cumhuriyete doğru bir gelişim göstermiştir. Bu siyasal yönetim tercihimiz. Siyasal yönetim tercihi içinde bir de hükümet yönetim tercihimiz vardır. O hükümet sistemi tercihi de daha alt bir kavramdır. Yani devlet şekliniz ve o şekil çerçevesindeki yönetim anlayışınız ''siyasal rejiminizi ya da sisteminizi'' ifade eder. Bir de onun içindeki hükümet modellemesi yani yasama organı ile yürütme organı arasındaki ilişkiler hükümet sisteminizi ya da rejiminizi gösterir.
Başkanlık modeli ‘cumhuriyetin özüne’ aykırı düzenlemeler içeriyor
Rejim değişikliği mi, sistem değişikliği mi kavgası var. İkisi de aynı şey kavram olarak ama soruyu şöyle sorsak, bu hükümet modellemesi ya da bu hükümet sistemi değişikliği Türkiye'nin siyasal sistemini/rejimini değiştirecek mi? Evet değiştirir. 1961 anayasası klasik anlamıyla bir parlamenter hükümet sistemini/rejimini kurumsallaştırır. 1982 anayasası parlamenter modeli biraz klasik halinden çıkartır ve devlet başkanını güçlendirmeye çalışan bir parlamentarizme dönüştürür. Referanduma sunulacak olan anayasa görünüşte/sözde bir hükümet sistemi/rejimi değişikliğidir. Çünkü hâlâ kâğıt üzerinde anayasada devletin siyasal sistemi / rejimi cumhuriyet gözükecektir. Ama bu hükümet sistemi/rejimi değişikliği o cumhuriyet mantığının içini çok ciddi ölçüde boşaltacaktır. Yani siz ‘Cumhuriyet rejimini doğrudan kaldırıp yerine “tek adam rejimi” ve belki de bir “monarşi getiriyorum” demiyorsunuz ama getirdiğiniz başkanlık modeli cumhuriyetin özüne, esaslarına, ruhuna çok aykırı yerlere gidecek düzenlemeler içeriyor.
HSYK üyelerinin cumhurbaşkanı tarafından atamasının hukuka etkisi ne olur?
Değişiklikler ‘yargının bağımsız ve tarafsız olmasını’ söylüyor. Tarafsızlık, yargıcın hangi düşünceden, inançtan, felsefi ya da siyasi anlayıştan olursa olsun yargılama konusunda nesnel olması gerektiğinin ifadesidir. Bağımsızlık ise yasama, yürütme ve mensubu olduğu yargıdan ve çevreden tesir altında kalmaması gereğini ifade etmektedir. Türkiye’deki adli ve idari yargıç ve savcıların bütün kariyerlerini, çalışma durumlarını, özlük haklarını, disiplin uygulamalarını belirleyen ve yöneten bir idari kurul olarak Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) oluşturulmuştur. Bu kurulu Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na (HSK) dönüştürüyorlar. Bu anayasa değişikliği ile…Yüksek ibaresini çıkartıyorlar. HSK, 13 üyeden oluşturuluyor. Bu kurul bir yargıcın sürekli baktığı bir kuruldur ve “acaba benim hakkımda ne yapacak” diye hafif de endişeyle yaklaştığı bir organdır. Kurula kim hâkimse yargıçları da dolaylı olarak etkileyecektir. Kurulun, meslekten çıkarma hariç hiçbir işlemini yargı organına götüremezsiniz, yani yargıya kapalı bir kuruldur. İşlemi yapar, işlemin muhatabı olarak o işlemi iptal ettirmek için yargı organına götüremezsiniz. Hukuk devleti ile bağdaşan bir durum değildir.
Devlet başkanı kurnanın başını tutuyor
Anayasa değişikliği böyle konularda gerekiyor. Cumhurbaşkanın yetkilerini artırmak için değil, hukuk devletini güçlendirmek için, daha demokratik bir siyasal anayasal düzen oluşturmak için, insan hak ve özgürlüklerini güçlendirmek için... HSK’ye yeniden dönersek… Bu 13 üyenin içinde kimler var; Adalet Bakanı (sekreteri), bu Sekreterin müsteşarı olacak. 13 üyeden 2’si devlet başkanının belirlediği sekreter ve sekreter müsteşarı. Başka kimler var? 13 kişiden 4 kişiyi devlet başkanı doğrudan seçecek. Yargıtay ve Danıştay’dan seçecek ama kendi seçecek. Böylece 13'de 6 direkt devlet başkanının belirlediği kişiler oluyor. Kalan 7 üyenin 3’ünü Yargıtay belirliyor. Birini (1) Danıştay belirliyor. Kalan 3 üyeyi de TBMM belirleyecek. TBMM kimin kontrolünde? Devlet başkanının güçlü olduğu bir rejimde Meclis’te ona yakın partinin kontrolünde olur. O 3 kişiyi de meclis de devlet başkanına yakın parti çoğunluğu belirleyecektir pratikte… O kurul bütün yargı teşkilatını etkileyen bir kurul. Devlet başkanı kontrolünde ise o yargı ne kadar bağımsız olur? Kurulu, bir çeşmeye benzetirsek devlet başkanı kurnanın başını tutuyor. Çok sağlıklı bir modele gittiğimizi söyleyemeyiz. Denir ki devlet kural koyar, koyduğu kuralı erkler ayrılığı sistemi mantığı içerisinde yasama organı gerçekleştirir. Konulan bu kanunu yürütme organı hayata geçirir bir de oluşturulan kanunların yürütülmesi esnasında oluşan uyuşmazlıkları çözen yargı organı vardır. Kuvvet kuvveti durdurur mantığı… Yasama yürütme ve yargı arasındaki ilişkiler alanında devletin bir organının ötekiler üzerinde aşırı güçlenmesinin engellenmesi demokrasi için şarttır. Hiçbir demokratik sistem gücün 1 kişide 1 kurumda, kurulda odaklandığı bir mantıkla işlemez. Öyle bir demokratik sistem yoktur zaten… onlar totaliter modellerdir. Totaliter mantık içinde bütün güç bir yerde toplanır. Ama siz demokratik olduğunuzu iddia ediyorsanız ki bizim Cumhuriyetimiz demokratik bir cumhuriyet olduğunu anayasanın 2. maddesinde geçiyor. Bu haliyle anayasa değişikliği kanunu gerçekleştirdiği hükümet modellemesi ile cumhuriyetin demokratik olma özelliğini ortadan kaldıracaktır. Bu anayasa değişikliği kanunu görünüşte bir hükümet sistemi değişikliğidir ama “demokratik cumhuriyet yönetim modelini korur mu ya da sağlar mı” derseniz yanıtım maalesef HAYIR olacaktır.
Yeni anayasa değişikliğinin Cumhurbaşkanını çok güçlendirdiği belirtiliyor bunun sakıncaları nelerdir?
Anayasa değişikliği kanununun 8. maddesi, Cumhurbaşkanını devletin başı olarak nitelendiriyor. Bu önceki anayasalarda da var zaten ve doğal bir şey bu... Ama maddenin devamında “yürütme yetkisi” Cumhurbaşkanına aittir denerek Bakanlar kurulu ve başbakanlığın ortadan kaldırıldığı düzenleniyor. Böylece bütün yürütme gücünü / kudretini de devlet başkanına vermiş oluyorsunuz. Devlet başkanı, hem başbakan hem cumhurbaşkanı oluyor. Bu anlamda Amerikan modeline benziyor. Amerika devlet başkanında da yürütme aynı kişide toplanır. Ama onun, sınırsız bir güce ulaşmaması için çok değişik mekanizmalar, bağımsız işleyen bir yargı teşkilatı, çok etkin bir yasama yapılanması yani meclis bulunur. Türkiye’de yapılacak olan Anayasa değişikliği cumhurbaşkanına inanılmaz bir güç veriyor. Bu gücü dengeleyecek bir gücümüz bu anayasa değişikliği ile tamamen ortadan kaldırılmış durumdadır.
Yargıda çok büyük etkinliği olacak Cumhurbaşkanının…
8. maddede yürütme yetkisi Cumhurbaşkanı’na aittir ve Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanları atar ve görevlerine son verir denmekte. ABD’de Trump sekreterlerini belirlerken, meclisin onayını almak zorundadır oysa bizde böyle bir dengeleme ve denetleme mekanizması bile yok… Yani istediğini atayacak, istediğini alacak Cumhurbaşkanı… II. Abdülhamit yetkisidir bu. Yargıda çok büyük etkinliği olacak Cumhurbaşkanının… yürütme zaten kendisine ait. Gelelim yasama organına, yasama organındaki tesiri cumhurbaşkanı partili Cumhurbaşkanı olacak partili cumhurbaşkanı olması demek partisi parlamentoya girdiğinde o parti üzerinde cumhurbaşkanının siyasi gücü olacaktır demektir. ABD başkanlık sisteminin avantajlarından bir tanesi de partilerin disiplinsiz olmasıdır. Ne demektir bu? Yani parti üyelerin, senatörlerin ve temsilciler meclisindeki üyelerin başkana rağmen bazı konularda partiden atılma korkusu yaşamaksızın oy verebilmeleri, düşüncelerini özgürce söyleyebilmeleridir. Partideki üyeler genel başkandan korkmazlar. Türkiye kıta Avrupa’sı hukukuna yakın olduğu gibi siyaset kültürü de kıta Avrupa’sına yakındır. Partiler disiplinlidir. Partili cumhurbaşkanı olarak parlamentoda bir gurubunuz varsa cumhurbaşkanın istediği bir şey meclis grubu tarafından ret edilebilir mi...(!) siyaseten çok zor… Partili bir cumhurbaşkanı, parlamentoda disiplinli bir partinin çoğunluğunu elinde tutarsa, yürütme organı olarak zaten tek başına yetkili ise, yargıyı da bir biçimde biçimlendirebiliyorsa siz o cumhurbaşkanını nasıl denetleyeceksiniz?
Cumhurbaşkanını felakete sürüklüyorsunuz
Türkiye’nin ihtiyacı denetlenemez bir cumhurbaşkanlığı makamı değildir. Türkiye’nin ihtiyacı kurumların iyi çalıştığı parlamenter modeldir. Bunu daha iyi hale getirmek varken, biz adeta bütün yumurtaları bir sepete koyuyoruz. Neden tüm yumurtalar bir sepete konmaz? Sepet bir düşerse hepsi kırılır. Siz tüm imkânları, kabiliyetleri ve yetkileri bir (1) kişiye teslim ederseniz ve o kişi sizi ya sıkıntıdan çıkaramazsa… Bu felakettir. Çünkü öteki organlar denetleyemeyecek, yargı devreye girmek istese de giremeyecek önüne HSK geçecek, muhalefet bir şeyler yapmak istese yasamadaki çoğunluk, partili cumhurbaşkanı olduğu için orda blokaj/engelleme yapacak. Dolayısıyla cumhurbaşkanını eleştirecek, onu bir hatadan döndürecek mekanizmaları ortadan kaldırıp cumhurbaşkanını felakete sürüklüyorsunuz. Tek kişinin üstüne çok fazla sorumluluk veriyoruz.
Anayasa değişikliği gündeme getirilirken “daha güçlü bir Türkiye için” vurgusu yapıldı. Bu değişikliğin ülkeyi daha güçlü kılması mümkün mü?
Ülkenin güçlü olması bir kişinin hukuken yetkilendirmesi ile gerçekleşmez. Ülkenin güçlü olması çeşitli açılardan belirli standartların yakalanmasına ve hatta o standartların üzerine çıkmasıyla ile ilgili bir şeydir. Ekonomik olarak üreten bir ülkenizin olması, ürettiğinizi sosyal bir adalet içinde paylaşılması, insan hakları kriterlerinde en üst seviyeyi zorlamanız, ülkenizi üst sıralara çekmeniz, demokratik bir ülkeye sahip olmanız, insanlarınızın yaşama standartlarınızın yüksek olması, eğitim seviyenizin yüksek olması, sizin ülkenizin insanlarının uluslararası platformlarda birçok ödül alabilecek eserler üretebilmesi, çalışmalar yapabilmesi, belli ölçülerde askeri ve diplomatik gücünüzü hissettirecek itibarınızın olması sizi daha güçlü bir ülke haline getirecektir. Güçlü Türkiye kaliteli, iyi yetişmiş, sağlıklı bir toplum yapısı, iyi yetişmiş bireyler, yüksek hayat standardı, yüksek insan hakları standardı, yüksek demokratiklik standartları içerir. Ekonominizin güçlü olması ile ilgilidir. Sizin yoksulluk oranınız yükseliyorsa, işsizlik oranınız yükseliyorsa, enflasyon oranınız artıyorsa, çok kırılgan bir ekonomik, idari ve siyasi yapınız varsa, hukuk sisteminiz yargı bağımsızlığını taşımıyor gibi şüpheler varsa tüm yetkiyi 1 kişiye verseniz ne olacak?
AKP kendini reddeder
İktidar partisi, 2002’den bugüne kadar sürekli 300’den fazla (7 Haziran 2015 Seçimleri hariç) milletvekili çıkaracak kadar seçmenden teveccüh görmüş, sevilmiş bir partidir. AKP ve bu sürenin çok önemli bir kısmında R. Tayyip Erdoğan parti başkanı ve başbakan olarak ülkeyi yönetmiştir. Bu 15 yıllık dönemde Türkiye’yi yöneten parti her istediğini yapmıştır. Sonuç itibarıyla istikrarsız bir yönetim anlayışı da yoktur. Hem de sistem, parlamenter hükümet sistemi olarak işlemiştir. Türk halkının bütün yetkiyi tek bir kişiye vermek gibi bir derdi yok… Orada bir zayıflık olsaydı 12 yıl başbakanlık yapan R. Tayyip Erdoğan Türkiye’si güçsüz bir Türkiye olarak tanımlanırdı. Oysa iktidar partisi ve Erdoğan, sürekli Türkiye’yi kalkındırdığını söylemekte ve istikrar vurgusu yapmaktadır. Parlamenter sistem bu istikrarsızlığa yol açsaydı düne kadar söyledikleriniz yanlış mıydı diye sormak gerekir… Ama bugün “onun başkanlığı ile ülke güçlü hale gelecek” demek önceki başbakanlık dönemini reddetmek anlamına gelecektir.
Peki, “Türk tipi başkanlıkla” ne demek isteniyor?
Türk tipi daha muhafazakâr, daha milliyetçi, daha mukaddesatçı kesime şirin göstermek için seçilmiş olabilir. Bu ifadeyle, anayasa hukukçularının başkanlık diye adlandırdığı hükümet modelinin çok dışına çıkılmış. Neden diyecek olursanız. Başkanlık saf bir modeldir ve kendine özgü kurumları vardır. Bir yerde Amerika uygulamasıyla özdeştir bir sistemdir ve sert kuvvetler ayrımına dayanır. Gündeme getirilen sistem de ise yarı başkanlık sistemi ile başkanlık sisteminin birleştirilmesi gibi bir melezlemeyi gözlemliyorum ben…. Yarı başkanlıkta cumhurbaşkanının parlamentoyu seçime götürme yetkisi var biz ona “taktik fesih” diyoruz. Bizdeki anayasa değişikliği ile de bu imkân Cumhurbaşkanına sunuluyor. Oysa başkanlık sisteminde böyle bir yetkilendirme sistemin temel mantığına aykırıdır. Bu noktada Türk tipi tarifi önemli değil. Mübarek dönemi Mısır’ı ya da Saddam Hüseyin dönemi Irak’ı ya da şu anki Suriye’nin yönetimi tarzı bir otoriter rejime/sisteme yol açacak bir hükümet sistemini almak ne kadar doğrudur. Bu tip ülkelerde de anayasalar vardır ama askılardaki paltolar gibidir. İçselleştirilmez. İnsan derisi gibi değildir üzerinizi kaplamaz. Tercihiniz nedir? Arada bir giyip çıkaracağınız palto mu? Yoksa içselleştirdiğiniz, önemsediğiniz, benimsediğiniz sizi koruyacak bir deri mi?