Her ne kadar başkanlık yönetimince inkarı yoluna gidilse de ekonomik kriz derinleşerek Ülkeyi etkisi altına almaya devam ediyor. AKP Liderliğinin halka açık alanlarda “kriz falan yok, dış kaynaklı ekonomik bir saldırı altındayız, bize diz çöktüremeyecekler söylemi çöküyor. Zaten Sn Cumhurbaşkanı partisinin 27. Kızılcahamam İstişare toplantısında “Özel sektörümüzün bu ekonomik krizi fırsata çevirecek güçte olduğuna inanıyorum” diyerek bu su götürmez gerçeği ifşa etmiş oldu.
Bunu kanıksayalım diye söylemiyorum ama yaşadığımız bütün ekonomik duraklama ve kriz dönemlerinden tanık olduğumuz bir gerçek var ki oda; Krizin faturasını hep işçiler, emekçiler, küçük üreticiler ve köylüler ödemiştir. Bunun birçok sebebi olmakla birlikte, bu kesimlerin siyasete etkisi ve katkısı anlamında yaşadığı dezavantajlılık durumudur. 1980, 1995, 2001 krizlerinde böyle olmuştur.
Bu kesimler adına siyasete katılım araçları olan sendikalar, üretici birlikleri, Kooperatifler, Neo liberalizmin, hatta şu anda olduğu gibi vahşi kapitalizmin esir aldığı devlet kurumları tarafından sürekli bir törpüleme ve silikleştirme politikaları ile etkisizleştirilmiş ne yazık ki yürütülen ekonomi politikalarına katılamamıştır.
Böylesi dönemlerde avantajlı gurupların (siyasetçiler, patronlar) elinde bulunan insanlık tarihinin en acımasız aygıtı enflasyon patlayıverir; şu an da olduğu gibi. Patronlar değer kaybetmeyen bir çıpayı (Dolar, altın, vs) baz alarak üretilen mal veya hizmeti an be an yükseltirler. Koyu kapitalist yaklaşımlar onlara bu hakkı vermiştir. Ama sabit gelirle çalışan işçiler, dar gelirli köylüler belli bir vakte kadar bu ortaoyununu seyretmek zorundadırlar. Köylü yerli ve yabancı sermayenin ayağına düşürülmüştür. Asgari ücret 12 ayda bir belirlenir, Sendikalı olma şansı yakalamış işçi 24-36 ay da ancak toplu iş sözleşmesi yapabilir; ama patronların bekleyecek bir anı bile yoktur.
Patronların çıpası baz alındığında 1603 TL olan asgari ücret uygulandığı dönem olan ocak 2018 den, Ağustos 2018 e gelindiğinde 970 TL ye düşmüştür. Bir başka deyişle dar gelirli ve sabit gelirli ailelerden ücretlerinin bir kısmı çalınmıştır. Zaten var olan bu hırsızlık enflasyonun artması ile iyice gözümüze sokulmuştur. Bütün çıplaklığı ile önümüzde duran bu gerçekliği görmeyelim diye, söylemeyelim diye, Üst perdeden ihanet söylemleri ve şecaati; akılsızca hareketlerdir.
Hep eleştirmekle olmaz diyenler için yapılması gerekenleri de söyleyelim. Süratle Demokratikleşmenin önündeki engelleri kaldırmak lazım. Hukukun üstünlüğünü esas alan bir demokrasinin tüm kurum ve kurallarını hayata egemen kılmalıyız. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesine bihakkın dönülmeli. Ekonominin taraflarının buluştuğu Ekonomik ve Sosyal Konsey yeniden toplanmalıdır. Devlet harcamalarında tam bir israf ve savurganlık hakim olmuştur, bu savurganlık durdurulmalı bütün devlet kademelerinde ciddi bir iktisat etme, Kamu imkanlarını verimli kullanma tutkusu hakim olmalıdır. Rant Ekonomisinden, üretim ekonomisine geçmek için acilen, özellikle ithal kalemlerde imkanlar geliştirilerek tam bir üretim seferberliği ilan edilmelidir. Ve tabii ki bütün bunların gerçekten uygulanma şansı bulabilmesi için, toplumsal barışı, devlet-millet kucaklaşmasını sağlayacak ipekten yumuşak, sahici bir dil ve söylem gerekiyor.
Türkiye’