2016 ve 2017 yılları içinde, işçi sınıfını ilgilendiren yasalar olması yönünden özellikle kiralık işçilik ile zorunlu arabuluculuk düzenlemesi, dikkatimizi çekti.
Kiralık işçiliğe olanak tanıyan yasal düzenleme ile kölelik koşullarında çalışmanın, ya da çalıştırmanın önündeki bütün engeller kaldırılırken, İş Mahkemeleri Yasasında yapılan değişikliklerle de 4857 sayılı iş Yasası ile 6356 sayılı sendikalar Yasası ve Toplu iş Sözleşmesi yasasından kaynaklı; alacak, tazminat ve işe iade hakları için dava şartları olarak Zorunlu Arabuluculuğa başvurulması koşulu getirildi.
Ekim 2017 tarihinde ise resmi gazetede yayınlanan 7036 sayılı İş Mahkemeleri kanununda getirilen zorunlu arabululuculuk sisteminin işçi sınıfının çalışma hakkının sınırlandırılacağını, kazanılmış haklarının gasp edileceğini, Türkiye’nin kabul ettiği İLO Sözleşmelerine ve Anayasanın hak arama özgürlüğüne ilişkin hükümlerine aykırı olduğu bilinmelidir.
Ülkemizde tüm işçi sınıfının toplumsal haklarını geriletmeyi amaçlayan yasal düzenlemelerin ardı ardına gündeme getirildiği bir dönemden geçiyoruz. Adalet bakanlığı tarafından hazırlanarak en kısa zamanda çıkartılması hedeflenen, İş Mahkemeleri Kanun Tasarısı iş hukukuna ilişkin uyuşmazlıkların çözümünde yargılama süreçlerini yeniden düzenlemeyi amaçlarken, tüm işçi sınıfının dava açma haklarının önüne arabuluculuk zorlaması getirildi. Yasalarla önemli ölçüde kısıtlanmış bulunan iş güvencesi ve sendikal haklar bu tür yasalarla neredeyse ortadan kaldırılmaktadır.
Yasa tasarısı ile getirilmek istenen en önemli değişiklerden biri iş uyuşmazlıklarının çok önemli bir bölümünde dava açılmadan önce, arabulucuya başvurma zorunluluğunun getirilmesidir.
Bu; hem işçilerin iş güvencesi hakkı açısından, hem de toplu iş sözleşmelerinin sendikal örgütlülükler ile bağı yönünden kabul edilemez bir eşitsizliktir, ayrımcılıktır ve hak kısıtlamasıdır. Kanun zoru yoluyla hak ve özgürlüklerin baskılandırılmasıdır.
Getirilen sistem; öncelikle zorunluluk öngörmesi nedeniyle dünyada uygulanan arabuluculuk sistemlerinden ayrılmaktadır. Çünkü arabuluculuk sistemi gönüllülük temeline dayanması gereken yargı sürecine paralel bir süreçtir. Bu surecin zorunlu ön koşul durumuna getirilmesi bireysel ve toplu iş uyuşmazlıklarının çözümüne set çekecek biçimde algılanması, temel hak ve özgürlüklerle bağdaşmaz, bağdaşamaz.
Yasalaştırılan Zorunlu Arabuluculuk düzenlemesi, Anayasanın Yargı Yetkisi başlıklı 9. Maddesine, Kanun Önünde Eşitlik başlıklı 10. maddesine Temel Hakların Niteliği başlıklı 12. Maddesine, Hak Arama Hürriyeti başlıklı 35.Maddesine Açıkça aykırı olduğu gibi bu zorunluluk, Türkiye’nin 1994 yılında kabul ettiği Uluslararası Çalışma Örgütünün (İLO) hizmet ilişkisine işveren Tarafından Son Vermeye karşı itiraz usulünü içeren 8. Maddesine de aykırıdır.
Getirilen zorunlu arabuluculuk düzenlenmesi 1 Ocak 2018 tarihinden itibaren geçerli olurken yalnızca İş Mahkemeleri Kanununda değil, aynı zamanda 4857 sayılı İş Yasası ile 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu iş Sözleşmesi Yasasında da çok önemli değişiklikler getirdi.
Birincisi, iş güvencesi hakkı, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin tanımladığı temel insan haklarından olan çalışma hakkının özünün oluşturur. Bunun anlamı iş güvencesinin olmadığı bir ortamda emeğin korunmasından, hak arama özgürlüğünden ve çalışma hakkından ve çok daha önemlisi toplumsal dayanışmadan ve demokrasiden söz edilemeyeceğidir. Bu tanımlama, bu kadar açık bu kadar doğrudan bir gerçektir.
İkincisi, İş güvencesi hakkını zayıflatan, kırılganlaştıran, parçalayan dağıtan her türlü eylem, yaklaşım, uygulama ve girişime karşı sonuna kadar mücadele etmek zorundayız.
Uyuşmazlıkla ilgili yaşanacak sorunlar bir sonraki yazımda yazacağım...