Hüseyin Akçar'ın bu haftaki konuğu yazar Zehra Çam...
Zehra Çam, ismini pek çoğunuz yakından tanıyorsunuz. Onun kentine ve sanata olan aşkını bilmeyen yoktur. Sanat için kim nerede ve ne zaman bir şey istese hemen harekete geçer. Sizde yazmaya dair bir ışık görürse işini gücünü bırakır, metninizi okuyup nasıl daha güzel bir metin haline getirebileceğinize ilişkin önerilerde bulunur. Bu da yetmez yayımlanması için en uygun mecrayı bulmanıza, öykülerinizin, şiirlerinizin yayımlanmasına katkıda bulunur. Onu Anadolu gazetesindeki yazılarından ve dergilerdeki röportajlarından yakından tanıyorsunuz. “İkircikli Gece” adlı yayımlanmış kitabı ve yolda olduğunu söylediği kitap taslakları var.
Zehra Hanımla, tanışıklığımız yaklaşık 10 yılı aştı. Ayrı dostluğu, çalışkanlığı ile her zaman farkını hissettirmiştir. Şehrin değerleri arasında yerini mutlaka alıyor olarak düşünerek bu haftaki sanat köşemin konuğu olmasını teklif ettim. O da beni kırmadı ve kabul etti. Kendisine çok teşekkür ediyorum.
Zehra Çam, yazının sorunları kadar “yazar”ın sorunlarının da farkında olan bir sanat aşığı ve biraz da dertli. Şimdi onun mesleğe bakış açısını ve kişisel hedeflerinin neler olduğunu kendisinden dinleyelim. Keyifli okumalar.
Zehra Hanım, Eskişehirliler sizi yakından tanıyor, biliyor. Biz sizi kendi cümlelerinizle tanımak istiyoruz. Zehra Çam kimdir?
İnsanın kendisini anlatması zordur. Hayat boyu “Ben kimim?” sorusuna yanıt arıyoruz. Çetrefilli bir soru. Ancak en yalın haliyle Eskişehir aşığı, sanat aşığı Eskişehirli bir şair-yazarım. Çeşitli dergi ve gazetelerde yazı ve şiirlerim yayımlandı. 2010 yılından beri de bu işi profesyonelce yapmaya çalışıyorum. Sanat ve aktüel yazılarımın yansıra iş dünyasına ilişkin yazılar yazıp röportajlar yaptım; reklam yazıları yazdım. “İkircikli Gece” adlı şiir kitabım var. Kısaca okuyan, yazan bir beni Havva’yımJ)
Sanat ve medya alanında başarılı işlere, projelere imza attığınızı biliyoruz. Medya serüveni nasıl başladı?
Yazı ve şiirlerimin yoğunlaşarak üretmeye başlamam 2000’li yıllarda oldu. 2002 yılında Sakarya gazetesinde sanat yazıları yazmaya başladım. Daha sonra bu Anadolu gazetesinde devam etti. Şiirle başladığım yazın yaşamın sanat yazıları ve benim asıl iddiasını taşıdığım “deneme-eleştiri” türünde devam etti. Bir yazar olarak türler arasında dolaşmayı ve dille oynamayı seviyorum. Sonrasında röportajlarım geldi. Eskişehir’de Sivil Toplum örgütleriyle ilgili dosya röportajlar yaptım. Bu 2010 yılına kadar sürdü. Bu dönem hayatımın en keyifli dönemiydi diyebilirim. Yazının olanaklarını sanat disiplini içinde özgürce şekillendirebildiğim bir zamandı. Bu dönemdeki yazılarımı www.zehracam.com’da yeniden yayımlıyorum ve bu işi yaparken de yazılarımı tekrar tekrar keyifle okuyorum. Bu keyfimi, amatör ruhla yazmama borçlu olduğumu düşünüyorum. 2010- 2017 yılları arasında da kamuoyunun yakından bildiği gibi magazin sektöründe çalışarak, kalemim profesyonelliğe geçti. Magazin ve reklam metinleri üzerinde yoğunlaştım; diğer taraftan da sanat ve iş dünyasına yönelik röportajlarım devam etti.
Edebiyatın hep içerisindeydiniz. “İkircikli Gece” kitabınızın çıkış öyküsünü bizimle paylaşır mısınız?
Birçok yazar söze şiirle başlar. Ben de yazıya şiirle başladım. 2006 yılında kitabımı çıkardım. Bu daha önceki yıllarda yazdığım şiirlerden küçük bir derleme idi. Açıkçası diğer yazılar ve özellikle 2010 yılından sonra yoğunlaşan dergicilik süreci içinde şairliğim daha içsel bir çabayla ve ikincil olarak sürdü. Geçtiğimiz yıl okuyucumun merakı üzerine kitabımın ikinci baskısını yaptım. Yazılarınızın bir mecrada yayımlanıyor olması yazar olarak sizi kitap çıkarma düşüncesinden uzaklaştırıyor. Sanırım ben de nasıl olsa yazdıklarım okuyucuyla buluşuyor, diye bu dönemde dergilerde yayımlamayı tercih ettim ve kitap çıkarmadım. Ancak şu an elimde kitap dosyaları var. Uygun zaman ve koşulları oluşturabildiğim anda onları da yayımlayacağım.
Medya- sanatın dışında editörlük yaptığınızı biliyorum. Son haftalarda çıkan Ahmet Vural’a ait kitabın editörlüğünü yaptınız. Nasıl gelişti, kitapla ilgili bilgi alabilir miyiz?
Ben yazmanın ve dilin olanaklarının ne olabildiğine ilişkin kuramsal çalışmalar yapmayı ve okumayı da da seviyorum. Bu konuda Eskişehir’de yazan arkadaşlarımızı teşvik etmek ve kendimi de geliştirmek amacıyla pek çok yerde yaratıcı yazarlık seminerlerinin hem düzenleyicisi hem katılımcısı oldum. Öykü ve şiir atölyesi çalışmalarım oldu. Bu arada kuramsal olarak özellikle nesnel yazılar yazmak konusunda çok araştırmalar yaptım. Eleştiri alanını çok önemsedim ve bu alanda kendimi yetiştirdim.
Bazı dönemlerde çeşitli yayınevlerinin temsilciliğini yürüttüm. Yazan arkadaşlarımın kitaplarının düzenlenmesi ve/veya baskı aşamasında onlara destek verdim. Özellikle kısa öykü ve şiir dosyalarının yayın öncesindeki hazırlık aşamasında dostlarıma katkıda bulundum. Sanırım yazmak kadar, metne müdahale etmeyi de çok seviyorum. Yazı, tıpkı resim gibi üzerinde çalıştıkça güzelleşen bir şeydir.
Sayın Ahmet Vural ile bundan önce yayımlanan “Kendim Olabilmek” kitabı ve son olarak “Ortak Aklımıza Ne Oldu” kitabının baskı öncesi hazırlıkları konusunda işbirliği yaptık. “ Ortak Aklımıza Ne Oldu” kitabı, yeni Anayasanın yasama, yürütme, yargı, toplumsal alanımızda sosyal ve ekonomik yönden eksilerini artılarını yazarın kendi bakış açısından anlattığı bir kitap.
Normalde bu işleri yayınevlerinin editörleri üstlenmesi gerekir. Ne var ki birçok yayınevinde editörlük hizmeti yok ya da beklenen düzeyde değil. Dosyanızı nasıl gönderiyorsanız o şekilde basılıyor. Bir de pek çok yayınevi de sadece “matbaa aracısı” şeklinde çalışıyor. Özel bir dağıtım planlaması yapmıyor ve yazarı bir yere taşımıyor. Bu nedenle yazarlar kendi yayınlarını kendileri çıkarmak zorunda kalıyor. Yayınevlerinin dışındaki editörlük hizmeti bu boşluktan doğuyor.
Yaptığınız programlarla insanların hafızalarında yer edindiniz. Bunlardan bahseder misiniz?
Burada sanırım “Çam Kokusu” adlı TV programını kastediyorsunuz. Biraz önce kendimi tanımlarken, Eskişehir ve sanat aşığı olarak tanımlamıştım. “Çam Kokusu” Tepebaşı Belediyesi’nin destek verdiği özel bir projeydi. Orada Eskişehir’de yapılan sanatsal etkinliklerin tanıtımına ilişkin programlar yaptım. Keyifle yaptığım bir programdı. Yetmiş altı(76) hafta sürdü; çok da beğeniliyordu. Yine öyle bir proje olursa yaparım diyebileceğim bir şey. Sizlerin hafızalarında benim de hayatımda güzel bir anı şeklinde duruyor. Maalesef sanatsal programların devamlılığını sağlamak güç. Çünkü medya patronları için birincil ihtiyaç, sanat programı yapmak değil; hatta program yapmak değil. Bugün hangi alanda program yapmak isterseniz önce kaynak yaratmak zorundasınız. Her konuda roller karışmış durumda. Oysaki sanatçının ya da üreten kişinin zorunluluğu sadece üretmek olmalı. Pazarlama, satış, reklam sorumluluğu olmamalı. Bu durum sadece TV için de geçerli değil. Son dönemlerde tüm basın çalışanlarından reklam beklentisi var. Bizler neredeyse mekânlarda çıkan şarkıcılar gibi algılanıyoruz. Onlara kaç masa satacakları soruluyor bizlere de “reklam.” Eskiden bu beklenti sadece kolaylaştırma rolü olarak kabul edilirken şimdi neredeyse zorunluluk haline geldi. Bu durumu çok üzücü ve hatta kırıcı buluyorum.
Eskişehir’de ve tüm Türkiye’de dergicilik alanında da sıkı işler yaptınız. Dergiciliğin sizin için anlamı nedir? Eskişehir’deki dergiciliği değerlendirir misiniz?
Dergiler çok özel yayınlardır. Dergi okuru seçici okurdur. Bütün dünyada edebiyat da dahil bilimden ticarete kadar her şeyin nabzı dergilerde atar. Dergi “otorite” ve “prestij” bir yayındır. Hakemli dergiden ürün dergilerine kadar her alanda dergilerin, gündemden ziyade güncel olanı; güncel geçerlilik konusunda da “yeni olanı sunma zorunluluğu” vardır.
Türkiye’de alanında “otorite” ya da “prestij” sayılabilecek 7000’den fazla yayın var. Ancak dergi standardını taşımadığı halde “dergi” sayılan ve dergi olduğu iddia edilen on binlerce yayın var. Çoğunda orijinal içerik yok. Pek çoğunun İSSN’ sı bile yok. Katalog ya da albüm şeklinde düzenlen her yayın dergi olarak gösteriliyor. Oysa bunlar sadece reklam konusunda kiralanan sayfalara alan açan ürünler olmaktan öteye gitmiyor.
Son günlerde muhabirsiz gazetelerimize, editörsüz dergiler eklendi. Kış sayısı mı hazırlıyorsunuz. Yaşasın! İnternetten yeşil çayın beş faydasını yazın; kaynak göstermeden alıntı yapın; yaz gelince de güneş lekelerinden nasıl kurtulabileceğinizi yazın, alın size dergi. Ne oldu reklam için alan açtınız ya, yeterli. Bu durum bilgiyi “değersizleştirmek” ve reklam aldığınız mecraları, kişileri ve kurumları da “şeyleştirmek” anlamına gelir. Türkçede buna “Yörük sırtından kurban kesmek” denir. İnsanların kendilerini ifade etme, ürünlerini tanıtma ihtiyacına fırsat yaratabilirsiniz ama fırsat yaratmak ile “fırsatçılığı” birbirine karıştırmamak gerekir.
Yapılan “fırsatçı” tutumlardan biri de özet dergi çıkarmak. Üç ayda bir dergi yayımlayın, sonrasında içerik üretmeyin; bakış açınıza göre yazar değerli değil, bilgi değerli değil; üretilen bir bilgiyi de (yazılanı değerli bulmadığınız halde; yazarından ve yazıya muhatap kişinin haberi olmadan)daha ilk yılınızda “yıllık” oluşturun; aynı kişinin aynı sayı içinde üç röportajını yayımlayın ve bunu okuyucuya dergi olarak sunun; piyasada da “dergici” olarak dolaşın!
Şüphesiz ki dergi ticari bir üründür, ancak entelektüel bir kaygı taşınmıyorsa bile her işin kendine has zorunlulukları vardır, işin etiği ve estetiği vardır; en azından buna saygı duyularak, özen gösterilmesi gerekli. Entelektüel kaygınız olamadan, etik ve estetik anlayışınız olmadan devamlılık sağlanamaz. Bu durumda dergicilik açısından “Yazının sahipliği” ne anlama gelir, “Yazının mülkü” kime aittir, bunun da tartışılmaya açılması, Telif Yasasının yeniden düzenlenmesi gerekir. Üretilen bilginin de yeniden sunulmasının koşulları vardır.
Diğer bir anlayış da yerel yönetimlerden alınan bültenlerle çıkan dergiler. Ben onlara “ Ev ödevi yayınları” diyorum.
Bütün bunlara rağmen kendi varlığını sürdürmek konusunda yenilikler yaparak ya da kendini koruyarak, emekle, zahmetle dergi çıkaran ve dergilerde çalışan arkadaşlarımı da kutluyorum ve onlardan sözlerimi muaf tutuyorum. Son olarak, okuyucunun ya da dergiden hizmet satın alan kişi ve kurumların bu konuda özenli davranması ve seçici olması gerektiğini de vurgulamak isterim. Lütfen elinizdeki yayının “ne”liğine bakın. Belki de “Bu bir dergi değildir” ifadesi sızmıştır bir yere. J) Lütfen satır aralarını, sayfa aralarını iyi okuyun. Size sunulan proje dergi midir değil midir, bakın.
Edebiyatın, yazarlığın geldiğimiz noktada değerini nasıl buluyorsunuz? Kısaca bir değerlendirme alabilir miyiz?
Burada şunu belirtmeliyim ki edebiyat dünyası içinde yazar olmakla basın içinde yazan-yazar olmak arasında fark var. Benim dile getirdiğim sorunlar basın içinde yazar olmakla ilgili sorunlar. Türkiye’de bu her zaman tartışılan bir konu. Basın içinde yazan kişi “gazeteci mi- yazar mı?” sayılacak. Muhabirler, gazetecilik yasalarından yararlanmalarına rağmen; yazarlar için bu zorunluluk yok. Özellikle yerel basın için konuşacak olursak; yazarlar bunu çoğu zaman hobi olarak yapıyor; bu durum da basında yazarın profesyonelleşmesini zorlaştırıyor.
Edebiyat içinde yazmanın kulvarı ve dinamikleri farklı. Siz bir kitap çıkarırsınız, o kendi mecrası içinde karşılığını bulabilir ya da siz kişisel çabalarınızla kendi yayınınızı çıkarak tanınmanızı sağlayabilir ve bundan para da kazanabilirsiniz.
Yazar olarak profesyonelce kendi mecrası içine ilerlemediğiniz sürece “yazar” kimliğiniz giderek “yazan” kimliğine dönüşüyor. Hatta yazma eylemi, Şener Şen’in filmlerindeki komik sekreter sahnelerinin emri haline gelmiş durumda. “Yaz kızım; üç kilo çimento…” diye başlayan bir cümle mantığıyla “yaz kızım, yaz oğluma…” döndü.
Reklam sektörü de yazarlardan yararlanan bir meslek. Burada işler daha da içler acısı. Günümüzde “içerik üretimi” denen bir meslek var. Bunun yapıldığı şirketlerde günde 10.000 kelime yazmak zorunda kalındığını işittim. Bu da en az on beş – yirmi (20) makale demektir. Bu şirketlerde ortalama 500 kelimelik bir yazıya 5-30 tl arasında ödeme yapılıyormuş. Düşünün siz temizlik şirketinden sonra inşaat sektörüyle ilgili bir yazı üreteceksiniz ve karşılığında 30 Tl alacaksınız. Bu çağın adına da iletişim çağı, bilgi çağı diyeceksiniz. Arzuhalci olup dilekçe yazsak bundan iyi. Hiç değilse vatandaşın işi görülür ve emeğiniz de doğru karşılık bulur.
Yazarlıkta yazan kişinin ürettiği değerin benzerleri olsa da “biricik” olma özelliği vardır. Yazıya sahiplik yapan kişiler kopya metin üretirse, yazan insan da asgari ücretle çalışan “ucuz emek” olarak değerlendirilirse, yazara, emeği bağlanmış, daha da ötesi “satın alınan kalem” gözüyle bakılırsa; tarafınızı yazmadığında ya da karşı tarafı dileğinizin ya da dilediğinizin dışında bir noktada yazdığında kapının önüne konulursa; sizce yazarlık, sizce basında yazmak nerede duruyor?
Yakın zamanda hayata geçirmeyi düşündüğünüz projeler var mı? Varsa bize bahsedebilir misiniz?
Bir yazar ya da şeyleşmiş biçimiyle “yazan” (!) olarak öncelikle öznel yazılarımı üretmeye devam etmek istiyorum. Yazmak, okumak, araştırmak ve bu alanda üretmek benim için bir yaşam biçimi. Önümüzdeki dönemde sanatsal yazılarıma ağırlık vereceğim. Dosya halinde kitap taslaklarım var. Onların yayımlanmasıyla ilgili hazırlıklarımı tamamlamak istiyorum. Sanatı seven insanların “gezgin” olma halleri vardır. Dilin olanakları içinde dolaştıkları gibi hayatın içinde de gezgindirler. Bu nedenle sürprizler de olabilir. Belki sizlerin karşısına bambaşka bir disiplin içinde çıkabilirim. Olgunlaştığında onu da sizlerle paylaşırım.
Yoğunluğunuz arasında “esgündem26” ailesine zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Ben her zaman başta sanat olmak üzere yazının insan üzerinde “hakikati kavraması” ve “zihnin ayırt edici gücünün gelişmesi” dahası “vicdani” olanın kavranmasında önemli bir araç olduğunu düşündüm. Yazı da dâhil sanatın, insanın üzerinde “iyileştiren” bir etkisi olduğuna inanıyorum. Denemeyen lütfen denesin. Resim yapsın, enstrüman çalsın, okusun, yazsın. Basında yazan arkadaşlarımın da kendi yollarına sahip çıkmalarını ve kendilerinden vazgeçmemelerini öneririm. “esgündem26” Eskişehir’de işini doğru yapan örnek haber sitelerimizden biri. Hangi iş olursa olsun, işini doğrulukla yapan insanlarla işbirliği yapmak ve onları desteklemek gerekir.(internethaber sitelerinin durumu da tartışılacak başka bir konu.) Buradan arkadaşlarımı kutluyor, başarılarının devamını diliyorum. Sevgili Hüseyin Akçar, siz de bu konuda örnek bir kişisiniz. Hem sanat yapıyor hem de yaygınlaşması için çaba gösteriyorsunuz. Bu çok kıymetli bir şey. Sizler gibi böylesi doğru örnekler, insan olarak umudumu canlı tutmamı sağlıyor. Teşekkür ederim.