Cem Kaptanoğlu ile yapılan röportajın ikinci ve son bölümünü siz okuyucularımıza sunuyoruz. Kaptanoğlu ile ikinci bölümde akademi üzerine konuştuk.
Hocam kurunun yanında yanan yaşlardan çok sık bahsedilen bir süreç yaşıyoruz. KHK’lar ile üniversitelerden uzaklaştırılan akademisyenleri sizin özelinizde değerlendirirsek durum nereye doğru gidiyor?
Var olan ideolojik anlayışı ters düşen bir yanım var. Bu yüzden kendimi çok yaş olarak görmüyorum. Bizlere isnat edilen suçların geçerli olmadığını biliyorum. Siyasi, politik olarak var olan yapıya ters düşenler bir şekilde cezalandırılıyor. Benim şuandaki iktidar ile ters düştüğüm gibi geçmiş dönemdeki iktidarla da çok fazla ters düştüğüm oldu. Bu gözle baktığım zaman uzaklaştırılmak benim için çok sürpriz olmadı. Ancak hem öğrencilerimden, hem de asistanlarımdan belli anlamda uzaklaşmanın eksikliğini hissediyorum. Ama Türkiye’de özellikle Tıp fakültelerinde iş yükü ve bürokrasi nedeniyle çok fazla akademik çalışma yapma imkânı bulamıyorsunuz. Bu gözle bakıldığı zaman bana yeni bir kapı açtığını düşünüyorum.
Üniversitelerin durumunu nasıl görüyorsunuz? Gidişat kötü gibi bir izlenim veriyor.
Türkiye’de bazı konularda çarpıcı olmak için çok kesin tanımlar yapılır. Bende sorunuza şöyle yanıt vereyim. Türkiye’de üniversite yok. Mesleki yüksek okullar var. Üniversite başka bir şeydir. Mesleki eğitim vermek, üniversitelerin ikinci işlevidir. Üniversite, bireylerine soru sormasını, bu sorulara uygun yanıtlar bulma çabasını, daha önceden zihninde var olan mayınların kaldırılmasını, duvarlarını yıkmasını ve uçuk gelebilecek hatta şok etkisi yaratacak insanları rahatsız edecek düşünceleri haşır neşir olmasını sağlamalıdır.
Üniversite bu saydığınız özellikleri ile topluma nasıl bir katkı sunacak?
Akademi bir ayrıcalıktır. Bu yoksul toplumun emekçileri kıt olanaklarla size düşünmeniz, bir şeyler üretmeniz için bu imkanları sunuyor. Çünkü iş bölümü içerisinde emekçi kesim öylesine yoğun çalışır ve akademiye toplumsal iş bölümünde toplumun sorunları çözmek konusunda olanak sağlar. Onların sunduğu bu imkanları onların lehine kullanarak, onların doğa ile bedenleri ve kültürleri ile aralarındaki ilişkiler ile ilgili sorunların çözümünü bulmak akademilerin en önemli görevidir. Öte yandan iktidar çevresi ise sistemin üniversitelerde yeniden üretilmesini bekler. Üniversiteler bu işi görmez mi? Elbette görür. Sistemin işini kolaylaştıracak bilgiyi teknolojiyi üretir. Ancak demokratik toplumlarda üniversitelerin var olanı eleştirmesine, onunla ters düşmesine izin verirler. Yani üniversitelerin nabza göre şerbet vermekten daha ziyade kalp çarpıntılarına yol açacak işlevleri vardır.
Üniversite bu eleştirel tavrını ne zaman yitirmeye başladı
Tarihe bakalım Darülfünun’un kapatılmasından başlayarak 1960, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, ve günümüzde yaşananlara bakıldığında üniversiteler her dönem hizaya çekilmeye çalışıldı. Bu dönemlerde atılanların önemli bir kısmı akademisyen kimliği taşımak için gayet gösterenlerdi.Selahattin Eyüpoğlu, Pertev Nail Boratav, Muzaffer Şerif, Korkut Boratav ve daha pek çok isim bu dönemlerde uzaklaştırıldı. Bu yüzden Üniversite yok diyorum. Üniversiteler budandı. Ama biz üniversiteden atılanları hatırlıyoruz. Toplumun böyle adil bir belleği var. Ezenler aynı potada eriyebilecek kadar bir birine benziyor. Ama atılanlar tarihe ve topluma sundukları katkılar nedeniyle unutulmayacak.
Cem Kaptanoğlu bundan sonra ne yapacak? Siyasete girmeyi düşünüyor mu örneğin?
Öncelikle çalışırken hak ettiklerimi almak için hukuki yollara başvurdum. Yurt dışına çıkma yasağım var. Bu hukuki süreci takip edeceğim. Öte yandan siyasete girmek gibi bir düşüncem yok. Benim kişisel özelliklerim siyaset dünyasında yer alamama olanak sunmaz. Ancak hayata karşı bir muhalif duruşu her zaman taşımak için uğraş vereceğim.
Var olan ideolojik anlayışı ters düşen bir yanım var. Bu yüzden kendimi çok yaş olarak görmüyorum. Bizlere isnat edilen suçların geçerli olmadığını biliyorum. Siyasi, politik olarak var olan yapıya ters düşenler bir şekilde cezalandırılıyor. Benim şuandaki iktidar ile ters düştüğüm gibi geçmiş dönemdeki iktidarla da çok fazla ters düştüğüm oldu. Bu gözle baktığım zaman uzaklaştırılmak benim için çok sürpriz olmadı. Ancak hem öğrencilerimden, hem de asistanlarımdan belli anlamda uzaklaşmanın eksikliğini hissediyorum. Ama Türkiye’de özellikle Tıp fakültelerinde iş yükü ve bürokrasi nedeniyle çok fazla akademik çalışma yapma imkânı bulamıyorsunuz. Bu gözle bakıldığı zaman bana yeni bir kapı açtığını düşünüyorum.
Üniversitelerin durumunu nasıl görüyorsunuz? Gidişat kötü gibi bir izlenim veriyor.
Türkiye’de bazı konularda çarpıcı olmak için çok kesin tanımlar yapılır. Bende sorunuza şöyle yanıt vereyim. Türkiye’de üniversite yok. Mesleki yüksek okullar var. Üniversite başka bir şeydir. Mesleki eğitim vermek, üniversitelerin ikinci işlevidir. Üniversite, bireylerine soru sormasını, bu sorulara uygun yanıtlar bulma çabasını, daha önceden zihninde var olan mayınların kaldırılmasını, duvarlarını yıkmasını ve uçuk gelebilecek hatta şok etkisi yaratacak insanları rahatsız edecek düşünceleri haşır neşir olmasını sağlamalıdır.
Üniversite bu saydığınız özellikleri ile topluma nasıl bir katkı sunacak?
Akademi bir ayrıcalıktır. Bu yoksul toplumun emekçileri kıt olanaklarla size düşünmeniz, bir şeyler üretmeniz için bu imkanları sunuyor. Çünkü iş bölümü içerisinde emekçi kesim öylesine yoğun çalışır ve akademiye toplumsal iş bölümünde toplumun sorunları çözmek konusunda olanak sağlar. Onların sunduğu bu imkanları onların lehine kullanarak, onların doğa ile bedenleri ve kültürleri ile aralarındaki ilişkiler ile ilgili sorunların çözümünü bulmak akademilerin en önemli görevidir. Öte yandan iktidar çevresi ise sistemin üniversitelerde yeniden üretilmesini bekler. Üniversiteler bu işi görmez mi? Elbette görür. Sistemin işini kolaylaştıracak bilgiyi teknolojiyi üretir. Ancak demokratik toplumlarda üniversitelerin var olanı eleştirmesine, onunla ters düşmesine izin verirler. Yani üniversitelerin nabza göre şerbet vermekten daha ziyade kalp çarpıntılarına yol açacak işlevleri vardır.
Üniversite bu eleştirel tavrını ne zaman yitirmeye başladı
Tarihe bakalım Darülfünun’un kapatılmasından başlayarak 1960, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, ve günümüzde yaşananlara bakıldığında üniversiteler her dönem hizaya çekilmeye çalışıldı. Bu dönemlerde atılanların önemli bir kısmı akademisyen kimliği taşımak için gayet gösterenlerdi.Selahattin Eyüpoğlu, Pertev Nail Boratav, Muzaffer Şerif, Korkut Boratav ve daha pek çok isim bu dönemlerde uzaklaştırıldı. Bu yüzden Üniversite yok diyorum. Üniversiteler budandı. Ama biz üniversiteden atılanları hatırlıyoruz. Toplumun böyle adil bir belleği var. Ezenler aynı potada eriyebilecek kadar bir birine benziyor. Ama atılanlar tarihe ve topluma sundukları katkılar nedeniyle unutulmayacak.
Cem Kaptanoğlu bundan sonra ne yapacak? Siyasete girmeyi düşünüyor mu örneğin?
Öncelikle çalışırken hak ettiklerimi almak için hukuki yollara başvurdum. Yurt dışına çıkma yasağım var. Bu hukuki süreci takip edeceğim. Öte yandan siyasete girmek gibi bir düşüncem yok. Benim kişisel özelliklerim siyaset dünyasında yer alamama olanak sunmaz. Ancak hayata karşı bir muhalif duruşu her zaman taşımak için uğraş vereceğim.