Yüksel Akpınar yazdı...
‘Zamanların en iyisidi, zamanların en kötüsüydü; hem akıl çağıydı hem de aptallık, hem inanç devriydi hem de kuşku. Aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi. Hem umut baharıydı, hem de umutsuzluk kışı. Hem her şeyimiz vardı, hem de hiçbir şeyimiz yoktu. Hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana. Sözün kısası şimdikine öyle yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin iyi ya da kötü fark etmez sadece daha sözcüğünü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi.’
1859 yılında Charles Dickens in İki Şehrin Hikayesi’nde yazdığı bu satırlar, 162 yıl sonra günümüz Türkiye’sinde; içinde bulunduğumuz zamanın şartlarını benzetmek adına hala geçerliliğini sürdürmektedir. Aynı benzetme için daha yerel bir geçerliliği Selda Bağcan in Dosta Merhaba albümündeki Öyle Bir Yerdeyim ki adlı eseri ile de oluşturabiliriz. Öyle bir yerdeyim ki, bir yanım mavi yosun dalgalanır sularda, ... yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe sonra eserinde bu ne beter çizgidir bu, bu ne çıldırtan denge diyerek nakarat öncesi ezgi pik yaparak devam eder.
Ülkemiz bugün yukarıda belirtilen eserlere ilham olan yaşamsal zıtlığı hala barındırmaktadır. Ve bu zıt kutupluluk günümüzde çok boyutlu bir hale gelmiştir. Ekonomik, sosyal, kültürel, eğitim, inanç eğilimi, demokrasi, çevre duyarlılığı, etik vb. Birçok boyutta zıtlık daha da artmaktadır. Bütün bunların sonucunda zıtlıklar arasındaki denge geçişi olan orta halli diye nitelediğimiz kesim; ki onlar bu ülkenin hem tüketim hem de üretiminde bel kemiği olan insan grubudur, giderek ortadan kaybolmaktadır. Bu şekilde zıt kutuplar arası geçiş daha da belirginleşmektedir. Böyle bir dönemde orta halli diye nitelenen esnaf, memur, mühendis, hemşire, doktor, öğretmen ve daha bir çok mesleğe mensup olarak hayatını kazanan kesim günümüz süreçlerinden olumsuz etkilenerek, tıpkı yoğun emekle hayatını kazanan insanlar gibi ekonomik gelgitlerde başını suyun üstünde tutmaya çalışmaktadır. Bu durum kaygıyı arttırmakta ve kaygı da insanları farklı inisiyatifler almaya sevk etmektedir. Mesela farklı bir şehre göç, farklı bir ülkeye göç ya da meslek değiştirmek gibi radikal kararları bugün insanlar daha kolay almaktadır. Bu kararın kor noktası yukarıda atıfta bulunduğumuz zıtlığın artışı ve beraberindeki her bakımdan maruz kalınan edinim yoksunlaşmasıdır.
Bugün, pazardan iki kilogram eksik alışveriş yapmak ve ihtiyaç duyulan gıdayı edinmekten yoksun kalmak; maddi imkansızlıktan dolayı bir çocuğun ihtiyaç duyduğu eğitimi edinmesini sağlayamamak ya da bir konseri yasaklanması nedeniyle dinlemekten yoksun bırakılmak ve yahut temel konforlara sahip bir konutu olağan olarak edinememek, farklı alanlarda bu duruma örnek basit vakalar olabilir. Sosyal edinimden, kültürel edinimden, ekonomik edinimden mahrum kalan bir insanın yaşamını iyileştirmesi için radikal karar alması kolaylaşmış olur. Çevresini, şehrini ya da ülkesini terk ederek yeni bir fırsat edinmek için gidebilir. Bu gidiş sonucunda en başta bahsettiğimiz zıt kutupluluk daha da artabilir. Çünkü orta halli kişinin yaşam kazancı en başta onun entelektüelitesine bağlıdır. Bu entelektüelite ile kasıt İlber Ortaylı hocamızın kast ettiği sadece yüksek bilgi ve eğitim seviyesine sahip burjuvazi temelli değil, bireyin öz nitelikleri ve becerilerine dayanan ekonomiye yansıyabilecek kişisel olarak yarattığı nitelikçe değerdir. Bu değerin genel adlandırılması entelektüel sermayedir.
Bir ülkenin vatandaşları bütününde entelektüel sermayesi ne kadar nitelikli olur ise bu katma değerli ürün veya hizmet kapasitesini buna orantılı olarak iyileştirir. Az veya çok, yaygın veya nadir meslek grubunda olsun, kişinin gidişi entelektüel sermaye kaybıdır. Parasal değerden çok daha zor ve uzun sürede telafi edilir. İkamesi ise daha maliyetli olur. Gelişmiş ülkelerin zıtlıkların az olduğu ve entelektüel sermeyenin bol olduğu yerler olması tesadüf değildir. Bizim gibi ülkelerden sıfır maliyetle nitelikli insanları kendilerine entegre ederek kendi entelektüel sermayelerini zenginleştirmektedirler ve parasal karşılığını almaktadırlar. Bu ülkelerin en çok dikkat ettiği bir diğer politika ise zıt kutupluluğu en aza indirgemektir. Bireyi kabul ederek onun kendi edinimlerini karşılayabilmesini ve kendini gerçekleştirmesini sağlayacak politikalar izlerler çünkü günün sonunda onunda parasal karşılığını alırlar. Bunun yanında orantılı refah dağılımını ve adaleti de sağladıklarında zıtlıklar kendiliğinden en aza inmiş olur.
Bizim ülkemizin muasır medeniyetler seviyesine çıkması için gereken artan bu zıt kutupluluğu ortadan kaldırmak ya da en aza indirmektir. Hem entelektüel sermeyenin korunması hem de onun zenginleşmesini sağlayacak şey esasta budur. Eğitimde fırsat eşitliği, gelir dağılımı, sosyal adalet ve refah, çevre duyarlılığı, kültürel zenginleşme vb etmenler çekirdek olarak bu esasta birleşen etmenlerdir. Bu zıt kutupluluk en azından dengelenmedikçe Charles Dickens’ın 162 yıl öncesinin Avrupa’sında yazılmış eserindeki başlangıçta olan benzetmeyi maalesef yapmaya devam edebiliriz