Başlarken; Hiç birimiz sancı çekmek için yatmamışızdır o sedyeye. Ancak kollarımıza tutuşturulan o candan öte can ile birlikte sancıya binlerce şükür ettiğimizi hatırlamakta fayda var.
Soner, “Dergi çıkaracağım. Giriş yazısını sen yazar mısın?” dediğinde, “neden?” dedim. Artık, kağıda yazılan değil de, bir tık ötede durana yöneliyorken insanlar “dergi niye” diye sordum. Koşup Cemil Meriç’in bir kitabını aldı ve elime tutuşturarak işaretlediği bölümü gösterdi ve “oku” dedi.
Meriç şöyle diyordu:“ Genç düşünce, dergilerde kanat çırpar. Yasak bölge tanımayan bir tecessüs; tanımayan, daha doğrusu tanımak istemeyen. En çatık kaşlılarda bile insanı gülümseten bir “itimât-ı nefs”, dünyanın kendisiyle başladığını vehmeden bir saffet var. Tomurcukların vaitkâr gururu. Bir şehrin iç sokakları gibi mahrem ve samimidirler. Devrin çehresini makyajsız olarak onlarda bulursunuz. Müzeden çok antikacı dükkânı, mühmel ve derbeder. Kitap, istikbale yollanan mektup… smokin giyen heyecan, mumyalanan tefekkür. Kitap ve gazete… biri zamanın dışındadır, öteki “an”ın kendisi. Kitap, beraber yaşar sizinle, beraber büyür. Gazete, okununca biter. Kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz. Dergi, hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür. Kitap, çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekâlar topluluğunun. Bir neslin vasiyetnamesidir dergi; vasiyetnamesi, daha doğrusu mesajı”
Hiçbir gerekçeye mahal bırakmadan dergi çıkarmak için gerekli olan tüm şevk ve isteği sunuyordu Meriç, ancak devam ediyordu; “Kapanan her dergi, kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar. Bizde hazin bir kaderi var dergilerin; çoğu bir mevsim yaşar, çiçekler gibi. En talihlileri bir nesle seslenir. Eski dergiler, ziyaretçisi kalmayan bir mezarlık. Anahtarı kaybolmuş bir çekmece. Sayfalarına hangi hatıralar sinmiş, hangi ümitler, hangi heyecanlar gizlenmiş, merak eden yok.”
“Ya bu savaşı kaybedersen” dedim. Spor muhabirliğinden edindiği alışkanlıkla “iyi mücadele ettik ama olmadı deriz” diyerek geçiştirdi. Ayrıca zaten gazetecilik dışındaki kalan tüm faaliyetlerde anne ve baba olma gayreti içinde olduğumuzu hatırlatarak, “İnsan koşuda biraz nefes almak istiyor” diye serzenişte bulunduğumda, çok büyük bir hakarette bulunmuşum gibi kalktı yanımdan gitti.
Çaresiz, çıkacak bir dergiye giriş yazısı yazıyorum anlayacağınız. Bir savaşa daha başlanıldı, bir çekmece daha açıldı diyebiliriz. Ayakta durmasını en çok isteyenlerdenim. Ama zor, ama meşakkatli ve ama maliyetli bir iş bizim için. Yalnız Soner’in hatırı ağır bastı. Hem bir savaşa girmeden kazanılıp ya da kaybedileceği de bilinmiyor ne yazık ki. Bugün temkinli davranıp, savaşa girmemektense, yarın beyinleriniz de ve gönüllerinizde bir yeri işgal etmeye talip olmak daha bizden geldi. Başlıyoruz. Öncelikle Soner’e kolaylıklar diliyorum. Zor bir savaşa girdiğini biliyor, kolay gelsin diliyorum.