banner536

TİYATRO BİR MESLEK DEĞİL, MESELEDİR...

TİYATRO BİR MESLEK DEĞİL, MESELEDİR...
15 Aralık 2017 Cuma 09:16

Mücadeleci ruhu, çalışkan kişiliği, üretkenliği, hasta Beşiktaşlı olması, sevecen ve bir o kadar da iyi bir oyuncu olması ile EMRE BASALAK’I tanımayan yoktur.

Bu haftaki konuğum; daha bilmediğiniz bir sürü özellikleri olan Eskişehir Şehir Tiyatroları’nın başarılı oyuncusu Emre Basalak.

Emre Basalak ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Hayata, tiyatroya, mücadeleye, Beşiktaş’a ve nice bir sürü şeye değindik.  Akıp gitti zaman. Tiyatroyu ne denli içinde yaşadığını, iliklerine kadar hissettiğini bir kere daha anladım. Gözünden o kadar güzel ışıltılarla tiyatrodan ve mücadeleden, gençlerden bahsediyordu ki, dikkatimden kaçmadı.

Lafı uzatmaya gerek yok; her şeyi ile Emre Basalak karşınızda.

Emre Basalak kimdir? Senin ağzından, dinleyelim…

Özünde hayata bir mesele olarak bakan, mümkün olduğunca yaşamın tam göbeğinde olmaya çalışan bütün dokularıyla, bütün kokusuyla, yaşamı doya doya hissetmeye çalışan bir insanım. İnsan olmaya çalışıyorum. Yanlışlarıyla, hatalarıyla, becerikli taraflarıyla ya da korkularıyla her şeyi ile yaşayan, nefes alabilen ve gerçekten hissedebilen bir adam olmaya çalışıyorum. Ama daha somut yoldan açıklayacak olursak da İstanbul Beşiktaş’ta doğdum ve büyüdüm. Sonrasın da Mersin. Tiyatroya orada başladım. Ardından Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarını kazandım.  2002 yılında oradan mezun olduktan sonra İstanbul Devlet Tiyatrosu ve İstanbul piyasasında birkaç iş ile bir, bir buçuk sene geçirip Eskişehir’e geldim.  2003 yılından bu yana Eskişehir’de tiyatro hayatını yaşamın odak noktasına koymaya çalışan, oyunculuğa da bir meslek değil bir mesele gibi bakan bir adamım.

Hacettepe’den, Eskişehir’e gelene kadar Emre Basalak neler yaptı?

Ankara’dan mezun olduğum zaman, o zaman ki bölüm başkanımız Bozkurt Kuruç benim akademisyen olarak okulda kalmamı istemişti.  Bende açıkçası çok istemedim. Çünkü sahnede olmayı istiyordum. Ama o benim hocalıkta yapmamı istiyordu. ‘Bir gün yapacağım hocam ama bugün değil. Ben önce sahnede olmak istiyorum” deyip İstanbul’a gittim.  İstanbul’da bir, bir buçuk sene kadar kaldım. Televizyonda bir şeyler yaptım.  Seslendirme yaptım. Yavaş yavaş çocuklarla drama dersleri çalıştım. İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda sözleşmeli olarak çalışmaya başladım. Devlet Tiyatrosu ile bol turne yaptım. İstanbul Devlet Tiyatrosu oyuncularından rahmetli İsmail Hakkı Sunat ile bir akşam AKM’deki bir restoranda otururken, kendisi bana ‘Eskişehir sınavına ne hazırladın’ diye sordu. Bende sınava girmediğimi söyledim.  ‘Senin tiyatro yapman lazım. Bunu yapabileceğin en doğru kent Eskişehir. Eskişehir’e gideceksin’ dedi.  Bende bunun üzerine söz verdim kendisine. Son gün, son anda başvuru yaptım bir arkadaşım vasıtasıyla. Öyle girdim sınava. İyi ki girmişim, iyi ki buradayım.

2003’ten bu yana Eskişehir Şehir Tiyatroları’nda oynadığın birden fazla oyun izledik. Genel Sanat Yönetmenliği yaptın. Birçok yerde görev aldın. Bu süreçten bahsedebilir misin?

Buraya geldiğimden beri yapmadığım görev kalmadı. Sanatçı temsilciliği, repertuar kurulu üyeliği, sanatçı yönetmen yardımcılığı, sanat yönetmenliği, gençlik sahnesi koordinatörlüğü, çocuk birim başkanlığı, oyunculuk…Aşağı yukarı bir tiyatroda, bir oyuncunun yapabileceği hemen hemen  tüm görevleri yaptım. 15 sene oldu.

Hiç hesapladın mı kaçıncı oyunun oldu?

Rakam olarak çok yüksek sayıda oyunum yok. Ama çok yüksek sayıda oynandı, oynadığım oyunlar. Temsil sayım çok fazla. Tiyatronun en çok oynayan, seyirciyle buluşan hemen hemen bütün oyunlarında oynadım.

Seyirci olarak söylüyorum, Şehir Tiyatroları’nda Emre Basalak bir oyunda oynuyorsa farklı gözle bakar seyirci. Emre Basalak kendini komedi mi yoksa dram oyuncusu olarak mı görüyor?

Ben okuldan mezun olurken ustalarımızdan Erdal Küçükkömürcü, kulakları çınlasın, ‘Ben seni esas oğlan olarak yetiştiriyorum” demişti.  Ben hiç jön oynamadım. (gülüyor) Çok da mutluyum bu durumdan. İster komedi de, ister dramda hiç fark etmez, dönüşümü olan rolleri çok seviyorum. Başlayıp giden, tek bir penceresi olan ya da bir, iki penceresi olan rollerden ziyade böyle çok dönüşümü olan, çok yönlü, eti budu olan, daha yaşayan karakterleri çok seviyorum. Komedi ya da dram hiç fark etmiyor. İkisini de oynamayı çok seviyorum.  Komedinin çok güzel tarafları var. İnanılmaz eğlenceli ve oyuncuyu çok besleye, öğreten, algısını çok açan tarafları var. Dramda da doğru bir prova süreci geçirmişseniz çok güzel bir sağaltma dönemi var. İkisini çok ayırmıyorum. Ne çıkarsa şansıma…

Emre Basalak Eskişehir’de olduğu gibi diğer illerde de tanınan bir sanatçı. Buradaki başarın dışarıya da taşmış durumda, bununla ilgili neler söylemek istersin?

Ben üretmeyi seviyorum. Sadece tiyatroda, sahne üzerinde oyuncu olarak üretmekten bahsetmiyorum. Yeni bir şey üretmeyi seviyorum. Bazen yanlışlar, hatalar, beceriksizlikler de yapabilirim ama kafam durmuyor. Senfoni Orkestrası ile projeler üretiyorum, belki de bir oyuncunun çok az aklına gelebilecek işlerdir onlar.  Hocalık yapıyorum, zaman zaman sunuculuk…Ben böyle sahne üzerinde ya da benzer kollarda bir şeyler üretmekten çok hoşlanıyorum. Tabi ki işimizin ana merkezinde tiyatro var. Dolayısıyla tiyatro üzerine de üretmeyi seviyorum. Sağ olsunlar Türkiye’nin çeşitli yerlerinden teklifler geliyor, duruma ve zamana göre değerlendiriyorum. Sezon başında Konya Devlet Tiyatrosu’nda Bit Yeniği yaptım. Çok keyifli bir işti. Bir sene önce de Ankara Devlet Tiyatrosu’nda çocuk oyunu yaptım. Yeni işlerde olacak. Kafamda da böyle hala hayallerini kurduğum bazı prodüksiyonlar var. Tiyatro sadece Eskişehir’de değil. Eskişehir Şehir Tiyatrosu’nun birçok oyuncusu gibi Eskişehir’in de dışına taştık. Bu hem Eskişehir’e bir katma değerdir hem de kendimize bir değerdir, mesleğimize bir değerdir. Eskişehir Şehir Tiyatrosu oyuncuları da bu ülkenin en yetenekli,  geniş kadrolu sahnesi ve en çok seyirciye ulaşan bölge tiyatrosudur. Tabii İstanbul ve Ankara’dan sonra. O yüzden de artık tercih edilen, gözlerin de üzerimizde olduğu bir süreç yaşıyoruz. 

Bir dönem Emre Basalak’ı televizyonda da gördük. Dizi, kısa film...Teklifler geliyordur mutlaka…

Eskisi kadar değil artık. Çünkü ben biraz o işlerin peşini bıraktım. O işler ne kadar içinde olursanız o kadar çok geliyor. Kendimi çok orada konuşlandıramıyorum. Tabi ki hem maddi ham manevi anlamda tanınmakta güzel bir şey. Maddi anlamda da büyük getirisi var. Yeni insanlarla tanışmak kendi içerisinde çok güzel. Televizyon piyasasında iş yapmayı çok isterim. Ancak özellikle bunun peşinde koşan bir insan değilim. Hiçbir zaman olmadım. Mesleğin ekmek tarafı ağır bastığı dönemlerde bunun için uğraştım ama sonra bu işi bıraktım açıkçası. Çok hazır, çok çabuk, direk bir teklif gelirse değerlendiriyorum. Setleri çok sevmiyorum.  Ben sahne üzerinde üretim yapmaktan çok mutluyum.

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Gençlik Sahnesi’nin önderlerinden, kurucularından birisi olarak bu serüveni biraz anlatabilir misin?

Mezun olduktan sonra dört tane hedefim vardı. Bir tanesi sahne üzerinde olmak. İkincisi kendimi geliştirip mutlaka oyun yönetmek. Üçüncüsü mutlak süratle hocalık yapmak. Dördüncüsü de yazmak. Bu dördünü tiyatro hayatımın merkezine koymak istiyordum. Oynuyorum, zamanı geldi oyun yönetiyorum. Hocalık yapıyorum. Oyun yazdım. Yazarım diyemem ama geldikçe, hissettikçe, düşündükçe yazmaya çalışıyorum. Hayal ettiğim o dört şeyi de kısmen yerine getirdiğimi düşünüyorum. Daha da parlatarak şimdi bu dört şeyde hatırı sayılır bir adam olmak hedef.

Gençlik Sahnesi bir aile oldu…

‘Gençlik Kursları’ bizim yönetmeliğimizde var. Ancak yıllardır yapılmıyordu. Düşünülüyordu, ‘nasıl yapılmalı’ diye. Açıkçası bu işler öyle kolay olmuyor.  Genel Sanat Yönetmeni olduğum dönemde bir cesaretle adım attım. Sevgili Mete Ayhan sağ olsun çok destek oldu. İşin koordinatörlüğünü üstlendi. O dönem bir süreç başladı. Çok içinde olmak istediğim bir süreçti ama sanat yönetmenliği görevim dolayısıyla sadece birkaç derse gidip workshop yaptım çocuklarla. Fakat daha sonra bir takım sebeplerle sanat yönetmenliğini bırakınca gençlik sahnesinin atıl kalmamasını istedim. İlk senesi olduğu için biraz dağınıktı. Fakat ikinci seneden itibaren ben koordinatörlüğünü aldım. Yeni bir ekip kuruldu. O kurulan yeni ekiple birlikte inanılmaz bir ivme kazandı. Bu sene dördüncü öğrencileri var. Üç mezun verdik. 70 civarında mezunumuz var. Bunların üçte birinden fazlası da Türkiye’nin çeşitli konservatuarlarında okuyorlar. Gençlik sahnesi bir aile oldu. Benim için çok kıymetli bir oluşum.

Gençlik Sahnesi’ne başvuru sürecinden de bahsedebilir misin?

İki senedir 200 civarında başvuru oluyor. 20 ile 25 öğrenci alıyoruz.  Başlangıçta hafta sonları olan derslerimiz artık haftanın altı günü. Bu sene iki aşamalı yaptık sınavı. Birinci aşamada 35 kişiye düşürdük, ikinci aşamada 21 kişi aldık. Hocalarımızdan Özlem Boyacı, Özlem Baykara, Sibel Arıcan ve Pınar Bekaroğlu dersler veriyor. Ayrıca bu sene, geçen seneki öğrencilerimizden opera mezunu Ilgın Karahan  şan dersleri veriyor. Kendi içinde o hayal ettiğimiz şeyi başlattık aslında. Totalde kurduğumuz bir yöntemimiz var. Aslında bu yöntemin özü şu; biz klasik tiyatro kursu anlayışının dışında hareket ediyoruz.  Önce ekip yaratmayı beceriyoruz. Önce takım oluyorlar, sonra kendilerini keşfediyorlar. Birbirlerini keşfediyorlar ve biz söze üç, dört ay sonra geçiyoruz. 27 Mart’ta gelenekselleştiğini düşündüğümüz bir kutlamamız oluyor. Sonrasında da o sınıfın karakterinin belirlediği bir oyun koyuyoruz. O oyun çalışılıyor ve temsil ediliyor. Sonrasında sertifikalar veriliyor. Özetle Eylül ayı gibi duyuruları yapılıyor.  Ekim ayında sınavları oluyor. Seçmeleri yapıyoruz. Mayıs sonu, Haziran başı gibi tempolu bir süreç yaşıyoruz. 18-25 yaşındaki gençlerle bu süreci götürüyoruz.

Yeni bir proje var mı?

Bu sezon içinde ben Şehir Tiyatrosu’nda bir oyun yönetecektim. Fakat bir türlü denk düşmedi. Önümüzdeki süreç olacaktır ama beni kafamda Eskişehir için düşündüğüm iki, üç ayrı güzel prodüksiyon var. Zamanı, şartları ve koşulları oturduğu zaman… Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden de şuanda görüştüğüm, davet edildiğim yerler var. Oralarla ilgili de projelerim var. Tiyatro tabi ki.  Oyun yönetmek adına söylüyorum bunları.

Anımsamak… O da geçen sezonun , sezonu kapatan son konseriydi. Var mı buna benzer bir çalışma?

Senfoni Orkestrası film müzikleri yapıyor arada bir. Senfoninin dinamiklerini ve koşullarını çok iyi biliyorum. Biliyorsun eşimde Orkestrada. İlk Lüküs Hayat projesini yaparken de bu dinamikleri biliyor olmamdan çok faydalanmıştık. İki grubu bir araya getirdik, bugün ikincisi yapıldı Bir Şehnaz Oyunla. Dolayısıyla o zaman da çok büyük faydasını görmüştüm. Ben bir Yeşilçam aşığıyım. 1960’lardaki siyah filmler dahi birçoğunu bilirim. Aktörü, aktristi, senaristi, yönetmeni bilirim.  Mümkün olduğunca da takip ederim.  Film müzikleri, Yeşilçam seviyorum niye bunu bir şeye dönüştürmeyelim fikri ortaya çıktığında sağ olsun Ender Bey’de (Ender Sakpınar) çok defa birlikte bir şey yapalım demişti. Ben de o zaman ‘bir projem var. Türk filmleri müzikleri yapalım’ dedim. Önce bir yadırgandı, sonra ‘olabilir, neden olmasın’ denildi. Küçük bir metin yazdım. Filmleri seçtim. Projeyi ürettim. Sonra Mersin’den Serkan Akbıyık orkestrasyonlarını yaptı. Öyle oluştu. Çok sevildi aslında. Daha sonra birkaç senfoni orkestrasından bana ‘bunu birlikte yapalım’ diye teklif geldi. Bizim Senfoni Orkestrası ‘biz bunun tekrarını yapacağız, başka bir yerde yapmayalım şimdilik’ deyince ben de oralarla yapmadım.

Geçen sezon  Muzaffer İzgü’nün sevilen oyunu Sınır’da rol aldın. Bu süreç nasıldı, biraz bahsedebilir misin?

Sınır çok kendi içinde gelişen bir projeydi. Murat Danacı  oyunu yapmak istediğini yönetime ilettiğinde kabul görülünce kast yapma aşamasında sohbet ettik. Zaten çok yakın arkadaşım olması nedeniyle ben tamam demiştim. Emre Demirci ile birlikte ‘çıkalım, oynayalım’ dedik.  Yönetmen yardımcılığını Mahide Yumbul yaptı.  Yönetmenliğini de Murat Danacı yaptı. O bir ekip işidir. Büyük bir prodüskiyon ya da çok ses getirecek bir oyun olmadı. Öyle de olamazdı zaten. Aslına bakarsan Muzaffer İzgü’nün eski bir metnidir. Çok akıllıca, zekice bir fikirdir.  Fakat metin olarak biraz eskidir. Mümkün olduğunca neresinden tutarsak seyirciyi ikna ederiz diye düşündük.  Samimiyet ve gerçeklik.  Mümkün olduğunca sıcak, samimi ve gerçek bir şeyi bulmaya çalıştık. Yapmaya çalıştığımız tek şey bu.  Benim tiyatro repertuarımda özel bir yeri olacak. Hala da oynuyoruz. Sezon boyunca devam edecek.

Ve Ağır Roman.. Barış Erdenk’in harika rejisi ve Şehir Tiyatroları’nın başarılı kadrosu ile güzel bir iş çıktı ortaya. Nasıl bir süreçti?

Ağır Roman’da, Ocak ayından itibaren devreye girecek.  Onu da çok özledim.  O da benim genel sanat yönetmeniyken projemdi. Fakat o dönem ki şartlar ve koşullar çok oturmadığı için biz Barış Erdenk ile ‘Gergedan’ ı yapmaya karar verdik. Daha sonraki sene yapma konusunda anlaştık. Hatta üç aşağı beş yukarı kastını bile yapmıştık. Gaftici olunca bir sürü hayallerim oldu.  Gaftici oynamayı çok özledim.

Derin bir konunun ardından; hastası olduğun bir başka konuya değinelim. BEŞİKTAŞJ

Aslında benim için o da derin. İnsanı hayatta bazı şeyler kimliği haline getirir ya. Tabi ki bir futbol fanatizmi değil benim kimliğim, öyle açıklayamam. Aileden Beşiktaşlı bir adamım ben.  Annem Beşiktaş Kız Lisesi mezunu. Beşiktaş voleybol takımında oynamış.  Aileden gelen, Beşiktaş’ın hani o bahsedilen halkçı ve yaşamsal, Beşiktaşlı duruşu diye addedilen kültürden geliyorum. O semtin çocuğuyum. O semtte büyüdüm, yaşadım. Siyaha ve beyaza sadece renk olarak değil bir olgu olarak bakıyorum. O yüzden de çok seviyorum. Beşiktaş’ın herhangi bir branşını, o armayı taşıdığı sürece inanılmaz bir sempati ile bakıyorum. Bütün maçlara gidiyorum.  İstanbul’a her maça gittiğimde mutlaka bir tiyatro oyunu da seyrediyorum. Bir taşla birkaç taş vuruyorum.  Beşiktaşlı olmaya bir futbol fanatizmi olarak bakmıyorum. Ben bir spor aşığıyım.

“Takım sporları ile tiyatroyu birbirine çok benzetiyorum; Onların sonunda maçı kazanmak vardır, bizim sonumuzda da seyirciye beğendirmek vardır…”

Ayrıca şunu da belirteyim; takım sporları ile tiyatroyu birbirine çok benzetirim. Çok aynı, ortak yönleri var. İkisinde de askerler vardır. Yıldızlar vardır. İkisi de seyredene yöneliktir. İkisinde de bir ekip olma ruhu vardır. İkisi de takım işidir. İkisinin de başında bir yönetmen ya da teknik direktör vardır… Nice ortak özellikler. Onların sonunda maçı kazanmak vardır bizim sonumuzda da seyirciye beğendirmek vardır. Bütün o antrenman süreci bizim prova sürecimize, bizim prömiyer günü heyecanımız onların o ilk maç gününü heyecanına çok denk düşer aslında.

Eskişehir halkının, Eskişehir’e sahip çıkış şeklinden çok etkileniyorum

Eskişehirspor’da bu kent için çok kıymetli bir değer. Geçen haftaki maça gittim. En az bir Eskişehirspor taraftarı kadar tezahürat ettim, destek çıktım. Özellikle şu süreçte Eskişehirspor’a elimden geldiği kadar destek olmak istiyorum. Burası kentine sahip çıkan kentlilerden kurulu bir şehir. O yüzden çok kıymetli benim. Ben Eskişehir halkının, Eskişehir’e sahip çıkış şeklinden çok etkileniyorum.  Bunu birçok il yapamıyor. Umarım Eskişehirspor’da en kısa zamanda hak ettiği yerlere gelir.

“Bulunduğunuz koltuk, sandalye, tabure neyse hangi alandaysanız, hangi atmosferi soluyorsanız lütfen mücadeleyi bırakmayın ve devam edin”

Son sözlerini alabilir miyiz?

Yeni şeyler üretmeye devam. Durmak yok. Bir oyuncu için ya da herhangi bir sanat dalıyla uğraşan sanatçı için durmak asla yok.  Üretmek zorundasınız. O üretimi de sadece zihinsel anlamda değil potansiyeli mümkün olduğunca kinetiğe dönüştürmek zorundasınız.  Yoksa köreliyor, yok oluyorsunuz. Sadece düşünerek, eleştirerek,  ahkam keserek olmuyor. Al Pacino’nun çok güzel bir lafı var. Derki; ‘Tiyatro için bir şeyler yapmak istiyorsanız; ahkam kesmeyin gençlere el uzatın.’ Ben şimdi onu yapmaya başladım. Herkesin hayatta bir mücadele şekli vardır. Kimisi sokağa çıkıp aktivist oluyor, kimisi sahne üstünde yapıyor, kimisi gençlere el uzatıyor. Herkes aynı şekilde mücadele etmek zorunda değildir haksızlığa, yanlışa, adaletsizliğe. Herkesin bir mücadele şekli var. Bu da benim mücadele şeklimmiş. Birilerinin hayatlarına dokunmaya çalışıyorum.  Gençlerin hayatlarına dokunmaya çalışıyorum. Herkes bulunduğu alanda bu ülke için, bu vatan için mücadele verebilir.  Biraz böyle bakmak gerekiyor hayata. İlla sokağa çıkıp eylem yapmak zorunda değilsiniz. Bizler sanatçı olarak her daim muhalefetiz. İktidar ne derse desin, ki olursa olsun, hangi değişim olursa olsun biz eleştirmek, sorgulamakla yükümlü insanlarız.  Bulunduğunuz koltuk, sandalye, tabure neyse hangi alandaysanız, hangi atmosferi soluyorsanız lütfen mücadeleyi bırakmayın ve devam edin.  Herkes meselesine sahip çıksın.

Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.