Meslek hayatını çok etkileyen olay, kişi var mı?
Kesinlikle var! Ekşi Sözlük, Cem Yılmaz ve Twitter… Aslında hayatımı da etkiledi diyebilirim. Bazen böyle olur. Herhangi bir meslek sahibi o mesleğin üstadından değil de başka şeylerden etkilenir. Benimde biraz böyle oldu… Teknik kısımları ustalardan öğrenirsiniz, duayenlerden ve üstatlardan ilham alabilirsiniz ama bazen farkı yaratan başka kişiler, olaylar olabilir. Örneğin Mali Müşavir Dündar Ünlü… Onun iş hayatında ve siyaset yapma biçiminde Kemal Tahir’in izlerini yoğun olarak görmek mümkün. Kim ne iş yaparsa yapsın biraz Cem Yılmaz katmalı…
Sinirlendiğini bildiğim bir soruyu sormak zorundayım! Unutamadığın anı!
417 tane var! Anı biriktiren gazeteciler kuşağının son temsilcisiyim sanırım. Sanki artık anı birikmiyor! Sıradan şeyler yaşıyoruz, mesleği sıradan şekilde yapıyoruz. Olaylar, kişiler ve kurumlar buna izin vermiyor. Çünkü artık Savaş Yücel yok… Kadir Çalışıcı yok… Renkli okul müdürleri yok. İddialı sendikacılar yok… Evet, anı diyorduk… Hızlandırılmış tren kazasına gittik. AA’daki mesai arkadaşım Emrah Yaşar ile… Oraya buraya koştururken Emrah, kimliği düşürmüş… Bulan kişi de jandarmaya teslim etmiş. Doğa olarak Emrah’ın ismi bir süre vefat edenler arasında geçti. Komutanı bulup yaşadığımızı ispat edip kimliği aldık. Ayhan Aydıner’in ‘Milletvekili terazisine polisten özel operasyon’ başlıklı haberi sonrası Savaş Yücel’den yediğim fırçayı unutamam! ‘Seninnnn arkadaşınnnn’ diye başlayıp tüm binayı inleten konuşmalarını… İstanbul’da uyuşturucu operasyonuna giden gazetecilere özenip Eskişehir’de bunu denemek istedik. Ve sonrasında korkudan taksiden inemedik. Nasıl anı… Halil Ünal ile ilgili yaşadığım hiçbir anı unutamam. Emniyet muhabiri Seyfullah Solak… Tanıyorsun değil mi? Onunla gittiğim ‘şüpheli paket’ haberlerini unutmam. Birkaç kez Seyfullah Abi’yi beklemişti adamlar yaa, müdahale etmek için! Karizmaya bak…
Gazetecilik takip mesafesini iyi ayarlamaktır demiştin bir keresinde… Abimiz aşmış gibi sanki…
Takip mesafesi önemli elbette ama güvenli takip mesafesinden de ‘gazetecilik’ çıkmıyor. Bir radyo programcısının ‘tampon tampona aşk’ cümlesi geliyor aklıma… Gazetecilik tam olarak bu değil mi? Tampon tampona aşk… İktidar partisinde neler olup bittiğini anlamak için Hasan Burgaz’a yakın olmak zorundayım. Ne kadar yakın? Burası kritik… Pardon filminde hastaneden kaçma planı yapan mahkumların 'az bi şey zehir içeriz’ demesi gibi… O az bi şeyi az bi şey geçince ölüyorsun! Gazetecilik ölüyor! Dünyada ne olup bittiğini anlamak için Celalettin Kesikbaş’a yakın olmak zorundayım. Şehirde olanı biteni anlamak için Harun Karacan ile ‘tampon tampona aşk’ yaşamak zorundayım. Onlar da benimle yakın olmak istiyor. Bi saatten sonra kim kimi takip ediyor karışıyor. Hep uyanık olmak zorundayız.
Mümkün mü? Böyle bir şey…
Zor ama imkansız değil… Uyursan gazetecilik ölür!
Böyle bir hayat gazetecinin ruh halini ne hale getiriyor?
Gazetecinin ruh hali zaten… (gülüşmeler) Çoğu zaman güçlü kimselerle muhatabız. Kimi şehri yönetiyor, kiminin parası yok… Ortalama kazancımız belli! Parası olmadığı için kartına su alamayan arkadaşım oldu. O gün ESKİ Genel Müdürü Oğuzhan Özen’in toplantı düzenlediğini düşünsene… Suyun başındaki adam karşında… Sorular yağmur gibi yağmaz mı? Sanayici düşün… Ürettiği ürünü almamız çok zor. Ama toplantıda karşımızda… 10 Ocak’ta falan mesaj atıyor bu adamlar. Bi yerde görünce ‘Cihancım’ diyor! Sağlıklı bir ruh için her akşam eve gidince aynaya bakıp ‘Bende herkes gibi normal bir iş yapıyorum. Arçelik’in yan sanayisinde çalışan işçiden farkım yok’ demeliyiz. Yoksa işimiz çok zor! Düşünsene Nabi Hoca’ya soru soruyoruz! Yılmaz Hoca’ya hesap soruyoruz!
Kahraman mıyız?
Maaş alan adam kahraman olabilir mi? Pelerini bize giydirip kahramanlık bekleniyor. Dikkatli olmalıyız… Çoğu kez düştüm bu hataya… Bir yazıyla her şeyi değiştireceğimi düşündüm! Gençken değil ha! Şu anda da öyle düşünüyorum! Bu hastalıklı düşünceden bir an önce kurtulmam lazım!
Gazetecilik nasıl, seni hiç sızlanırken görmedim?
Bir kere sızlanmanın kimseye faydası yok. Mesleğimiz genelde kazanç üzerinden ele alınıp şöyle böyle deniliyor. Yoo, hayır! Gazetecilik sayesinde dört ülke gezdim. İHH ile Pakistan’da kurban eti dağıttım. Moskova’ya gittim. Nazım’ın mezarına Eskişehir’den toprak götürdüm.
Oooo gerçek mi abi?
Amine Aygistova ile gittik. Onun fikriydi, bende uyguladım…
Devam edelim…
Gazetecilik sayesinde güzel insanlarla tanıştım. Pek çok insana yardım edebildim. Güzel yerlerde güzel yemekler yedim. Teras’ta balık yerken arka masada Firuzhan Kanatlı oturuyordu. Çocuğumu doktora götürürken beş kişiden izin almam gerekmedi. Tarihi anlara tanıklık ettim… Böyle bakmalı mesleğe…
Para hariç her şey var gibi abi…
Para da var… Niye olmasın… Çoğumuzun evi, arabası var… Hatta benim Volvo’m var! Gençleri meslekten soğutma lütfen…
Bu kadar para konuşmuşken ‘zarf alan gazeteciler’ meselesine iki kelam etmek ister misin?
Çok isterim! Soner kardeşim, The New York Times’ın bi gideri var değil mi? Patronu devamlılık için bu gideri karşılamalı. Bunu okurdan, takipçiden karşılarsa sorun yok! Gelişmiş ülkelerde genelde karşılanıyor. Türkiye gibi ülkelerde ise ilan/reklam geliri bunu karşılamıyor. Sağda solda fark etmiyor, kimse karşılayamıyor. Sonra arayışlar başlıyor. Hükümet, belediye, oda, vakıf, dernek, işadamı… Kim ne bulursa, tekeri döndürmeye çalışıyor. Bu da bir ‘ilişki’ doğuruyor. Sonrası malum… Bu tarafa yamuluyorsun mecburen… Hiçbir medya yöneticisi bunu istemez ama mecbur kalır. Eskişehir’de de durum üç aşağı beş yukarı böyle… İstersen gel yarın web sitelerimize ödeme duvarı koyalım. Kim bir lira ödeyip girer? Kimse kusura bakmasın halk da kendini sorgulamalı. Dünyanın en pahalı şeylerinden biri haberdir. Haberin üretimi… Zarf alanlar meselesine gelince… Hep olmuştur ve olacaktır. Zarfı alan kendini belli eder. Okur, dikkatli olacak… Ben alıyor muyum? Ben artık zarf veren taraftayım! (gülüşmeler) Şaka bir yana okur, takipçi dikkatli olacak! Bir kişi hakkında arka arkaya 17 tane iyi yazı/haber varsa soru işaretinin tam zamanıdır!
Bir kişi ya da kurum arka arkaya 17 iyi yazıyı, haberi hak ediyor olabilir mi?
Yok, sanmam, çok zor… Yardım kuruluşunu bile eleştiren insanlarız. Elbette moraller bozulmasın diye bunu ulu orta yapmıyoruz ama özel sohbetlerde yapıyoruz. LÖSEV, SMA Vakfı gibi kurumlara bile daha iyisi için öneri getiriyoruz. Onlara bile böyleyken başka kurumlara elbette daha acımasız olmalıyız. Gazeteci, mükemmelin peşindedir. O yüzden iyi olanı da zaman zaman eleştirmek işimizin bir parçası…
Aforizma olmuş bir sözün var. Matbaanın gelişine direnenler olduğu gibi gidişine de direnenler var…
Varlar ve onları görüyorum… Hiçbir şey vakti gelmiş bir değişimden daha güçlü değildir. 2012’de Twitter’dan haber yaptım. Bir yetkilinin oraya yazdığını haberleştirdim. Bunun için eleştiri aldım… İnsanlar nerdeyse ben orada olmak zorundayım. Bugün Twitter, yarın bilmem ne… Dumanla iletişime geri dönersek hemen öğrenmek zorundayım. Bu arada Instagram’dan para kazanan ilk gazeteci de oldum sanırım. Kurumsal olarak tabii…
Bitirelim mi? Bu röportaj için son olarak bi şey söylemek ister misin?
İki şey söylemek istiyorum… İki güzel söz… Akademisyen Anıl Kaan Uçar’a ait “Artık hakikat birleştirilemeyecek kadar çok sayıda parçaya ayrılmıştır” sözünü çok kıymetli buluyorum. Diğeri ise işinizi robot gibi yaparsanız robotlar sizi işsiz bırakabilir… Buna devam edelim ama bir çok şey kaldı…