Son birkaç yazıda CHP’yi yazıyorum. Ancak elimde değil koskoca CHP il başkanı, CHP içinde oldukça yetkin özel kalem müdürü bir gazeteci ile uğraşacak pozisyona düştüyse yazılacak başka bir konu kalmıyor.
Takip etmiyorum ya! Gazeteciyiz diye CHP’liler arıyor heyecan verici gelişmeleri, keskin laf sokuşları bir bir anlatıyor. Ufkumuz açılıyor…
Eskişehir CHP’yi kurtarmak, akıl vermek gibi bir niyetim yok işin aslında. Çünkü oraya kadar eğilip elinden tutabileceğimi düşünmüyorum. İrtifa çok alçak çünkü. Ayrıca haddim de değil.
Sadece bu noktaya nasıl gelindiği yönünde az da olsa, yanlışta olsa bazı tahminlerim var.
Kafanızda mükemmeli arzulasanız da, ayağınız toprağa değdiği zaman ne olup olmadığınız çıkıyor ortaya.
Ve kafanızın içinde barındırdıklarınız sayesinde kazandıklarınızı, toprağın üstünde kaybederek ilerliyorsunuz. Ağır ağır, vasat bir görüntü sergiliyor, vasatlığınıza bir kulp bulmak zorunda kalıyorsunuz.
Değiştirmek için girdiğiniz yerde benzeşiyorsunuz.
Çok hızlı, çok vasat bir şekilde.
-Ne yapalım bu işler böyle.
İşte bu sözü söyledikten sonra sizin için yapacak hiçbir şey kalmıyor.
Ataç’ı hatırlayalım isterseniz biraz. Tepebaşı Belediye başkanıydı, ancak büyükşehir belediye başkanı olmak için çırpınıyordu. Zamanında kendi ağzından çıkan sözleri yazdık diye aforoz etmişliği de var ya bizleri.
Oysaki kendisini inkar etmişti.
Ama bu işler böyle…
Belli bir dönem sonra Tepebaşı Belediyesi angaryaya dönmüş, kendisini Tepebaşı’ndan daha çok Akdeniz’in incisi, Ege’nin gözdesi şehirlerde dinlendiriyordu. Buradaki işlerinin iki bürokrat tarafından gayet de ustalıkla yürütüldüğünü de biliyoruz. Her taşın altından çıkıyorlar nitekim.
Belediye başkan yardımcılarından etkili, iş bitiricilikte usta bu iki isim, bürokratlıktan çok daha ötedeydiler.
Dedim ya; her taşın altından çıkıyorlardı ve rivayet o ki hala çıkıyorlar.
Ancak kuşlarına hiç taş değmiyordu hala da değmiyor.
Tanıdığım CHP’lilerin %80’i bunlara ağza alınmayacak suçlamalarda bulunuyordu.
Suçlamalar doğru değilse bile, sevilmedikleri katıksız bir gerçek.
Buna rağmen astıkları astık kestikleri kestikti. Neden diye soruyorsunuz ister istemez
Bu işler böyle…
Sonra bakıyorsunuz, yapılanlar edilenlerin tümü ayakların değdiği yerle ilgiliydi.
Vasatlığa davet ediyor.
Vasatlaşmadığınız takdirde büyümeniz oldukça olası, ama ortaya bir irade koyacak gücü çekip alıyorlar elinizden. Bizzat çevrenizdekiler başarıyor bu işi. Tüm pratikler sizi vasatlığa davet ediyor.
İniyorsunuz o kuyuya. Dibi yok, sınırı yok.
Görünmez olana kadar aynı karanlıkta ilerlemek mümkün.
Halkçıydı, efendime söyleyeyim demokrattı.
Ataç’a itiraz edenlerin birinci adresiydi haliyle.
Dobraydı da, sonradan biraz kabalaştı mı ne?
Bu işler böyle…
O da bir adam yarattı. Ataç’ın iki adamı vardıydı.
Ondan farklı olması gerekiyordu bir yerde bir adamla yetindi.
Neden gerek duydu bilmeyiz.
Ohooo canım bu işler böyle.
Hiçbir zaman “büyükşehire talibim” demedi.
Ama o da arzuluyordu.
Ataç’tan tek farkı zamanlamayı iyi biliyor, olur olmaz konuşmuyordu.
Arzusu sadece o değildi elbet.
Milletvekillerini belirlemek istiyordu.
Güle oynaya kazanacağı kongrede, işini garantiye almak için zaferine gölge düşürecek sulara balıklama dalıyordu.
Bir zaman eleştirilere açıktı. Eleştirileri dikkate alırdı. Şimdi eleştirileri dinliyor sonrada geçiyor
Ne yapalım bu işler böyle
Yani bu şehirde anlaşamaması en garip kaçan iki kişi var.
İkisinin de yoğurt yiyişinde sadece nüans farkı var.
Ancak her ikisinin de kazanın başına oturma sevdası bize büyük farkları varmış izlenimi yaratıyor.
Ancak biliyoruz ki bu işler böyle…
Sonuçta olan Eskişehir’e oluyor.
Konuşamadıklarını, konuşamayacaklarını ve bunun hiç de Eskişehir sevdasından kaynaklanmadığını da biliyoruz.
Siyasi kariyer hesaplarına gark olmuş iki başkanın zaman içerisinde şehre odaklanmaları mümkün olacak mı bunu da bekleyip göreceğiz.