Bütün dünyayı saran Corona Virüsü (Covid 19), Türkiye’de 10 Mart’ta resmi olarak ilk vakanın görüldüğünün açıklanması ile hayatımıza girdi.Ardından vaka sayıları hızla artmaya başladı. Tabi artan vaka sayıları sonrası sıkı önlemler ile karşı karşıya kaldık.
Okullar kapandı, kafeler ve insanların bir araya geldiği, sosyalleştiği mekânlarıntamamı kapandı, berberler ve kuaförler kapandı, iş yerlerinde esnek çalışmaya geçildi, birçok işletme bu süreçte kapandı. Sonuçta, binlerce kişi bu süreçte işsiz kaldı ve kalmaya devam ediyor. Salgın belki bertaraf edilecek ancak ekonomik sonuçlarının uzunca bir süre devam edeceği ortadadır.
Çıkarılan kanunlar, genelgeler ile bir takım ekonomik önlemlerin alındığı vurgusu yapılsa da gerçeğe baktığımızda elle tutulur bir önlem paketinin olmadığını görüyoruz. İşverenlerin korunduğu, çalışan emekçi kesimin ise ötekileştirildiği düzenlemeler ile karşı karşıya kalıyoruz. Bir kesim diyebilir ki artık işçi çıkarmak yasaklandı ancak işçi bu süreçte zaten işten çıkarıldı, işverene verilen ücretsiz izne çıkarma hakkı ile de kalan işçiler işlerinden olacak ve aylık 1.177 TL ödeme alacaklar.Yoksulluk sınırının 7.181 TL olduğu ülkemizde 1.177 TL ile nasıl geçinecekler belli değil. Kaderlerine terk edildikleri ortada. Son zamanlarda ki sloganımız “evde kal”; peki çalışmak zorunda olan vatandaşlarımız ne yapacak? Önemli olan alınacak tedbirler ile vatandaşlarımızı evde tutabilmektir. Sosyal devlet bunu gerektirir.
Bu süreçte, toplumun bir kesimini rahatsız eden ve nedenini sorguladığımızbirçok konu ile de karşılaşmıyor değiliz.Başta birlik ve beraberlik duygusuyla hareket edilmesi gerektiğini söyleyen iktidarın, salgın ile mücadelede daha iyi, daha etkili ne yapabiliriz sorusunun yerine, Cumhuriyet Halk Partili yerel yönetimler ile uğraşmaya başladığını görmekteyiz. Bir hukukçu ve yerel yönetimlerde görev alan birisi olarak ne yapılmaya çalışıldığına anlam veremiyorum.
YEREL YÖNETİMLER ANAYASAL KURULUŞLARDIR
İhtiyaç sahiplerine dağıtılmak üzere toplanacak olan bağış hesaplarına bloke konuldu, yetmedi,Aşevi hesabına bloke konuldu.Son olarak sokağa çıkma yasağı sürecinde ekmek dağıtımı yasaklandı.Umarım ihtiyaç olmaz ama olursa da devletin emrinde diyerek yapılan hastaneyikapattılar, insanlar evde sıkılmasınlar diyerek hazırlanan moraltırına ceza kestiler.
İktidar tarafından yeni bir kavram ortaya atılarak: “Devlet içinde devlet mi olur?” denilmeye başlandı. Biraz daha ileri gidilerek paralel yapı ithamları ile karşı karşıya kalındığını üzülerek görmekteyiz.
İdare Hukukunda;yerel yönetimler, ulusal sınırlar içerisindeki değişik büyüklüklerdeki topluluklarda yaşayan insanların, ortak ve yerel nitelikteki gereksinimlerini karşılamak amacıyla kurulan ve hukuk düzeni içerisinde oluşturulmuş olan anayasal kuruluşlardır. Temel özelikleri, hiçbir ayrım yapmaksızın imkânları doğrultusunda vatandaşlarına hizmetetmek olan yerel yönetimlerin ne kadar önemli olduğunu bu süreç bizlere bir kez daha göstermiştir.,
CHP’Lİ BELEDİYELERE YASAK, AKP İL BAŞKANLARINA SERBEST (!)
Kanunlardan aldıkları yetkiler ile ihtiyaç sahipleri için kullanılmak üzere bağış toplamanın, vatandaşlarının ihtiyaçlarını karşılamanın, sokağa çıkma yasağının uygulandığı dönemlerde,ekmek,su vb temel ihtiyaçlarını karşılamanın yada moral vermek için hazırlanan etkinliklerin nesi yanlış ve ne zamandan beri yasal değil bunu anlamış değilim. Hadi diyelim ki, bunlar yasal değil, stantlarda maske dağıtılması, AKP’li il başkanlarının sokak sokak gezerek ekmek dağıtmasıve iktidar partisi belediyelerinin bağış toplamasına ne diyeceğiz? Onlara gelince yasal mı oluyor?
Kanunlar önünde herkes eşittir. Siyasi iktidarın, yıllardır bizden olan olmayan ayrımını bu süreçte de ısrarla uyguladığını görmek son derece üzücüdür. Sırf Cumhuriyet Halk Partili Belediyelerin hizmetlerini engelleyelim, onları zorda bırakalım düşüncesi ile hareket edilmesi doğru değildir. Unutulmamalıdır ki aslında uğraştıkları,engelledikleri belediyeler değil, o belediyelerden hizmet alan ihtiyaç sahibi vatandaşlarımızdır.