31 MART VAKASI

ŞAHAP ARPACI YAZDI...

2019 yılı 31 Mart gününü hatırlayalım.

İstanbul mahalli seçimlerinde nefesleri kesen uzun bir gece yaşanmıştı. Anadolu Ajansı, gece 23.21 itibariyle veri akışını durdurmuş ve iki dakika sonra Başkan adayı Binali Yıldırım seçimi kazandığını açıklamıştı. Binali Yıldırım taraftarları yedi tepeli şehrin sokaklarında seçim zaferini kutlamışlardı. Nihayet adaylardan Ekrem İmamoğlu’nun çok az oy farkıyla ipi önde göğüslediği Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Sadi Güven tarafından açıklanmıştı.

Ancak ortalık durulmamış, iktidar cephesinin itirazı üzerine belli ilçelerde oylar yeniden sayılmıştı. AKP seçim mümessili Ali İhsan Yavuz’un “hiçbir şey olmasa bile kesin bir şeylerolduğunu söylediği” o veciz ifadenin herkesi gülümsettiği vakitlerin sonunda CHP adayı İmamoğlu, 17 Nisan günü mazbatasını almak üzere çağrılmıştı. Bu arada olanlar olmuş, usulsüzlük iddiasıyla toplanan deliller dosyaya eklenmiş ve Saraçhane’de henüz kırkını doldurmadan CHP’li başkanın mazbatası elinden alınmıştı. Zira Yüksek Seçim Kurulu, 6 Mayıs’ta toplanarak seçimi iptal kararı almış ve 23 Haziran gününe yeni bir seçim takvimi vermişti.

23 Haziran seçim akşamı, ikinci kez sandıktan galip çıkan Ekrem İmamoğlu lehine 806 bin oy farkı, muhalefet balkonundan mutlak zaferi simgeliyordu. Sandıktan çıkan sonuç, Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi kariyerine başladığı İstanbul Belediyesi’nin 25 yıllık dönemini arşive kaldırmıştı adeta. Seçim kampanyasını “çünkü çaldılar” söylemi üzerine kuran AKP seçim çadırı; aynı zarftaki dört ördeğin içinden tek çirkin ördeğin neden büyükşehir seçim pusulası olduğunu memlekette tek bir seçmene dahi anlatamadı. Artık anlatacak yeni bir hikâyesi kalmamış AKP iktidarının genişleyeceği sınırlar, halk tarafından koyu kırmızı kalemle çizilmiş oldu. Ardışık 31 Mart/23 Haziran 2019 seçimleri, iktidarı koruma güdüsüyle izlenen olağan dışı/olağan üstü siyaset yolunun doyuma ulaştığını, iktidarın aşamadığı bu eşiğin halk sınıflarında altta ve ortada yaşanan gerçekliğin duvarına çoktan çarptığını ortaya çıkardı.

Bir zamanlar türban yasağı dayatmasına ayak direyen mağdur ve mazlum islamcı siyaset; şehirlerde 25 yıl, ülke genelinde 18. yılın sonunda artık bitap düşmüş, içeriden çözülmeye başlamış ve krizin yan etkisiyle hırçınlaşmış halde bir ayağını kapana kaptırmıştır. Erdoğan’ın giderek daralan ekibiyle Yeni Türkiye adıyla lansmanını yaptığı hakim siyaset, bir türlü kapsayıcı olamıyor ve kutuplaştırıcı siyaset ateşini harlamaktan geri duramıyor. Çarşı pazar ve sokağın sıkıntılarına epeydir kulak tıkamış iktidar cephesi, değişken ittifaklara yaslanarak (MHP, BBP, Doğu Perinçek) ve dış siyasetteki savaş kartına tutunarak (Suriye, Libya, Doğu Akdeniz)yönetememe krizini yönetmeye çalışıyor.

                                                    *************

Yazımızın başlığına konu olan ikinci 31 Mart vakasına geçtiğimiz günlerde tanıklık ettik.

Koronavirüsle Mücadele kapsamında bağış kampanyası başlatan İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerinin hesaplarına Vakıfbank tarafından bloke konuldu. Ardından tüm belediyelerin bağış toplama faaliyetlerine iktidar tarafından müdahale edildi. 31 Mart 2020 tarihli İçişleri Bakanlığı genelgesi ile 2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu hükümlerine aykırı şekilde belediyelerin vatandaşlardan bağış toplayamayacağı duyuruldu. Bakanlık genelgesini kaleme alanların 5216 Büyükşehir ve 5393 sayılı Belediye Kanunu hükümlerini okumadıklarını görmüş olduk.

Özel kanunu ve bağımsız kamu tüzel kişiliği olan yerel yönetimlerin bağış toplayabilme yetkisini memleketin her efradı bilir; belediyelere yardım eder, bağış yapar ve aynı belediyeden yardım alır. Devlet geçmişi ve hayat tecrübesi olan herkesin malumu olduğu bu bilgiye rağmen gizli ajandasında yazılanlardan hareket etmeyi düstur edinmiş iktidar cephesi, yerküreyi kuşatmış bu virüs istilasının ortasında, yine bilindik “biz ve ötekiler”türküsünü çığırmaktan geri durmadı. Yardım ve bağış toplama, gerçek ihtiyaç sahiplerine zamanında toplanan yardımları ulaştırma konusunda kötü bir sicili olan AKP siyasetinin, başarılı olma ihtimali çok yüksek olan belediye merkezli bu kampanyaya verdiği sert tepki, iktidarın krizli doğasına uygun bir eylem biçimidir. Buna rağmen ülkenin ve halkın yaşadığı şartların içinden bloke meselesine baktığımızda bu müdahalenin vicdansız, izansız ve hukuksuz olduğunu söylemeliyiz.

Türkiye nüfusunun yarısından fazlası muhalefet partilerinin çoğunlukla seçildiği belediyeler tarafından yönetiliyor olmasına bu şehirler rağmen bir Konya, Erzurum ve Kayseri barkodu taşımadıklarından bu karabasanda bile ya elimizdekini kaybedersek korkusu”AKP’nin travması ve memleketimizin bir siyaset anomalisi olarak fazlasıyla gündemi işgal ediyor. Oysa siyaset kürsülerinden sıkça söylendiği üzere Hani biz bir idik, bu ahval ve şeraitiçerisinde siyaset yapmayacaktık, ismiyle müsemma birbirimize yeter idik.Açıkçası bu hikâye ve laf-ı güzaf içinde Bakanlık genelgesiyle belediyelerin banka hesapları falan değil, kriz dönemlerinde açığa çıkan halkçı ve dayanışmacı ruhun bloke edilmiş olduğunu canlı yayında birlikte izlemiş olduk.

Endemik Covid-19 virüsü, çağır bağır aylar öncesinden Asya kıtasından yüzünü gösterdiği halde hazırlıksız yakalanan hükümet; başkaca bir gücün halka yüzünü dönmesine, halkın bu kesimlerle işbirliği içinde olmasına tahammül edemiyor. İktidar kibrinin getirdiği eski alışkanlıklar ve metal yorgunu hegemonyanın çözülüyor olması bir anda stoklarda hazır tutulan “devlet bekası” kitini gözümüze sokuyor. Hayli zamandır bu refleks ile solunum cihazına bağlı şekilde yaşayan AKP siyaseti; elindeki devlet sopasını hiç indirmiyor, hakikatle yüzleştikçe kırmızı ajandasındaki terör/terörist tanımını güncelliyor, rızasını alamadığı toplumsal kesimleri ve örgütlü siyasi grupları milletten uzaklaşmış unsurlar olarak aslanların ortasına atıyor. 

Korona Günleri’nde o hoş cumbanın altından terennüm edilen CEHAPE repliği de son tahlilde seçmende aşk ve heyecan yaratmıyor, artık ahaliye kabak tadı veriyor.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Devlet, vali izin vermeden banka numaraları açıklayıp ‘Ben yardım topluyorum’ derseniz başka devlet, yeni hükümet oluşturmak istiyorsunuz” çıkışı artık bir başına AKP’nin iktidar sorunu değildir. Soylu’nun bu çıkışı; salgına karşı savaşmakta olan Türkiye’nin siyasi, iktisadi, toplumsal krizi olarak cisimleşiyor. Asıl büyük tehlike burada. Seferberlik hali içinde yaralarımızı sarabileceğimiz, kayıplarımızın yasını “bir yürek” tutabileceğimiz ve bu musibetten dersler çıkarabileceğimiz sayısız fırsat, hükümetin günlük siyaset yapma hevesi içinde eriyip dağılıveriyor.

Salgınla mücadele konusu, muhalefet ile “IBAN yarıştırma müsabakası”na takılınca yekpare verilen savaşın içerisinde ciddiyet, ağırlık ve samimiyet değer yitiriyor.

Muhalefet partilerinin idaresindeki belediyelerin bağış, yardım ve dayanışma etkinliklerini gayri kanuni ilan eden ve  “ben devletim”diye ortaya çıkan bu viral güç gösterisi; geçen yıl 31 Mart seçimlerinin sonunda “ne tutarda Z raporu çıkarmış ise”göreceğiz ki salgının ertesinde benzer bir siyasi maliyeti küçük hesap peşinde koşanlara fatura edecektir.

31 Mart İstanbul seçimlerinde Anadolu Ajansı’nın sandık veri akışını taammüden durdurmasına, Binali Yıldırım’ın erken zafer açıklamasına, YSK’nın seçimi iptal etmesine benzeyen müdahil bir siyaset senaryosu Ankara’da yazılmış gözüküyor. Ama seyirci artık bu filmi izlemiyor, bu film iş yapmıyor. Evinden film izlemek zorunda kalan milyonlarca seyircinin 5.sınıf ucuz senaryolara değil, içi boş genelegelere değilücretsiz maskeye ve ücretli izne ihtiyacı var.

Haziran sıcağında iktidarı terleten 806 bin oyluk averajın yarattığı makasın açılma ihtimalinin yüksek olacağı bu abes ve blokeli siyaset tercihi Erdoğan’a ve partisine yaramayacak belli ki.. Tarih bazen ayniyle vaki’dir.

Mevzu bahis edilen Tekâlifi Milliye Emirleri ise başka yer, başka zaman, başka kadro ve başka niyet diyerek tarihten verilen misal ile mevcut misal arasındaki dayanılmaz farkı not düşmekte yarar vardır.

Endemi şartlarını fırsat bilerek hasım ilan edilmiş rakiplerin zayıflatılacağı siyasi manevralara ayrılacak kadro ve kaynakların salgınla mücadeleye ayrılması gerekmez mi..?

Memleket yanıyor iken bu işlere ayıracak zamanınız var mı..?

Murat Sancak’ları, Mehmet Cengiz’leri, Ersoy Dede’leri semirtmek için örtülü ödenekte durmakta olan 5,4 milyarlık paraya bugün her zamankinden daha çok ihtiyacımız yok mu..?

Her kriz ve başımıza gelmiş musibet, siyasi müstevlilerin şahsına Allah tarafından sunulmuş bir lütuf mudur..?

Dolayısıyla son günlerde karabasan gibi hayatımıza çökmüş; bizleri evlerimizden çıkamaz hale getirmiş korku, endişe, vaka ve ölüm sayısının acısı ve tasası dışında bir vakamız daha oldu: “AKP’nin bekası ve iktidar sorunu”.

Oysa mevzumuz bu değil, bu olmamalı.

Biraz ciddiyet lütfen..

Haberler