Korona bulaşmasın diye alınan tedbirlere bakınca düşünmeden edemiyor insan.
İnsanlığın tamamını tehdit eden bir virüs karşısında gösterilen çabayı görmemek körlük gerektiriyor.
Oysaki; pek çok bulaşıcı olan ve sadece bulaştığı yeri darmadağın eden olaylar durumlar karşısında nasıl tedbirsiz kalmıştık.
Nasıl çaresizlik hikayeleri dinliyorduk.
Bulaşıcıydı ya savaş, bihaberdik.
Bir bilgisayar oyunu olarak görülmeye başlanmıştı dünyada.
Oyun konsollarını ellerinde tutanlar savaşın onlara ulaşmayacağından emin olarak stratejik hamleler ile yeni oyuncaklarını test ederken, savaşın neden olması gerektiğini anlattı durdu.
Hepimiz savaşın bir gereklilik olduğuna inanmıştık.
Virüs bünyemizi ele geçirmişti.
Belki bizi yok etmiyordu, ama savaşa duyarsız kalmak kalabilmek de başlı başına bir hastalık hali değil miydi?
Cinnet bulaşıcıdır.
Kadınlar öldürülüyordu.
Her gün birini omuzlayıp defnediyorduk.
Tedbir alınması gerekirdi biliyorduk ya, bize henüz bulaşmamıştı.
Oysa ölen onca kadın karşısında boğaz ağrısı yaşamasak bile ciddi bir vicdan iltihabına uğradığımızı söylemek çok zor olmasa gerek.
Ekonomik krizin içinde çırpınanlar ekonomik kriz yaşadıklarını anlatamıyordu.
Çünkü izolasyon halindeydiler.
Medya görmezden gelebiliyordu.
Görünenler için ise çok geçti.
Gerek zehir içerek, gerek yakarak kendilerini öldürüyorlardı.
Hiç birimiz nefes darlığı çekmedik, ama yaşananlar karşısında çok rahat nefes almak da başlı başına bir hastalık hali değil miydi?
Sahil kenarına vuran ölü çocuklar hiç birimizde kuru öksürük yapmadı, yapamadı.
Ne yazık!
Vah ki! İşsiz gençler, yüksek ateşler içinde bizi yatağa düşüremedi.
Tüm işaretler, toplumsal ahlaki değerlerini yeniden ayaklandırmaya, toplumsal aklı yeniden çalıştırmaya, toplumsal üretimi yeniden arttırmaya, eşit paylaşımı yeniden düşünmeye yönlendiriyor.
Ve televizyonlar bangır bangır bağırıyor “ellerimizi çok iyi yıkamalıyız” diye.