Eskiden ısrarla "tebessüm kondur dudaklarına" diyen fotoğrafçılar vardı.
Şimdiki gibi biyometrik tasalar yoktu.
Ehliyette kimliklerde şeklen şemalen uygun olması kafi fotoğrafın.
Nitekim hiçbir fotoğrafçı “gülümse” diye ısrar etmiyor artık.
Hatalar photoshopla gideriliyor.
Gülümsemek önce fotoğraflarda silindi zannediyorum.
Mahallenin en çok sevileni en çok güleniydi de, güldürebiliyorsa en katmerlisinden bizim çocuk oluverirdin.
Sonrası samimiyetsiz bir ciddiyet, daha popüler oldu.
Gülümseme yerini anlık kahkaya bırakıverdi.
Hızlı öfkelenip, hızlı gülebiliyoruz.
Üzüntülerimiz göz açıp kapayıncaya değin.
Üzülmeyi unuttu ki, gülümsemek küfür gibi geliyor bu aralar.
Bir yanımız keskin bir öfkeye, bir yanımız ise Edip Cansever’den mülhem içimizden gelmeyen bir boynu büküklüğün pençesinde.
Nihayetinde “İnsan yaşadığı yere benziyor.
O yerin suyuna, o yerin toprağına …”
İdlib’de ki ateşten yanarken cayır cayır Türkiye, Trumpla neşeleniveriyor Cumhurbaşkanımız.
Gülmek değil, gülebilmek ciddi hüner zannediyorum böylesi süreçlerde.
Karşı taraf yapıştırıyor videoyu.
“Özgür Özel’de şehit cenazesinde gülmüştü” sizi gidi üç kâğıtçılar minvalinde…
Öfkenin korkutuculuğu var ama inandırıcılığı yok, gülümsemek bir küfür gibi geliyor nitekim artık.
Üzüntülerimiz kendi muhitlerinde arşa varırken, bir sonraki mahalle sınırlarında görünemeyecek kadar çaresiz.
“Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet Abi”
Türkiye uzun bir süredir Türkiye’ye benzemeyen ve korkarım ki benzeyemeyecek olanların kararları ile yönetiliyor.
Onlar Türkiye’ye benzemiyorsa Türkiye’nin onlara benzemesini engellemekten fayda var zannediyorum ya!
Üzüm işte bu; baka baka kararıyor.
İçimiz gibi, dışımız gibi….
Sıvasız evlerin içinden feryatlar yükseliyor.
Mesele gülmek değil. Hatta en masumu o.
Mesele gülebilmek.