İktidar partisinin her yeni icraatının ve söyleminin yakın zaman önceki icraatları ve söylemleriyle çelişkiler içinde olduğuna sık sık şahit olunduğunu ifade eden Baştürk, “17 yıldır iktidarda olan Ak Parti’nin artık ülkeyi yönetebilir olma kabiliyetini tamamen kaybettiğini net olarak gözlemlediğimiz günlerdeyiz. Hatta artık Ak Parti’nin bir siyasi parti olarak varlığının aşınmakta olduğu bir dönemi yaşamaktayız. İktidar partisinin her yeni icraatının ve söyleminin yakın zaman önceki icraatları ve söylemleriyle çelişkiler içinde olduğuna sık sık şahit olmaktayız. Bunun en son tezahürlerinden birisi de AK Parti’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Binali Yıldırım’ın İstanbul’daki seçimler için Kürt oylarını kazanmak amacıyla ziyaret ettiği Diyarbakır’da yapmış olduğu konuşması oldu. Binali Yıldırım konuşmasında Ankara’da Büyük Millet Meclisi’ni toplamış olan “Mustafa Kemal Atatürk’ün davet ettiği millet temsilcilerinin arasında Kürdistan mebusu”nun da olduğunu ifade etti. Oysa Partili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 31 Mart seçimleri öncesinde birçok kez "Kürdistan Kuzey Irak'ta, çok seviyorlarsa oraya gitsinler. Benim ülkemde 'Kürdistan' diye bir bölge yok" ifadelerini kullanmıştı. Ayrıca geçmişte TBMM Genel Kurulu'nda bazı HDP milletvekilleri seçildikleri bölgeye “Kürdistan” dedikleri için çeşitli cezalara maruz kalmışlardı” diye konuştu.
Namazlar siyasi gösteriye dönüştü
Ak Parti’nin namazı siyasi gösteriye dönüştürdüğünü belirten Baştürk şöyle konuştu: 31 Mart öncesinde olduğu gibi 23 Haziran İstanbul yerel seçimleri öncesinde de varlığını sürdürmek için iktidar partisi sorumluları her türlü yolu ve yöntemi mübah gören bir anlayışla hareket etmeye devam etmektedirler. Bir Ak Partili Belediye Başkan Yardımcısı partilerine oy verilmemesi halinde dinin elden gideceğini söyleyebildiği gibi bir İl Başkanı da Ak Parti’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanamaması durumunda ümmetin geleceğinin tehlikeye gireceğini iddia edebilmiştir. Camii açılışı ve Teravih ve Bayram namazları da birer siyasi gösteriye dönüştürülmüştür. Siyasi gösteriye dönüşen camii açılışında ve Teravih Namazı Mitinginde Diyanet İşleri Başkanı’nın da hazır bulunması dinin siyasi istismar konusu edilmesinde ülkemizde daha önce karşılaşılmamış yeni bir manzara teşkil etmiştir. Bütün bu girişimler siyasi kültürümüzün hastalıklı bir ögesi olan “Devletin kutsallığı” anlayışının Ak Parti’yle beraber “iktidarın itikatleştirilmesi”ne dönüştürüldüğünün işaretleri olmuştur. Bir başka deyişle, artık neredeyse Ak Parti’yi desteklemek bir “inanç meselesi” gibi dayatılmaya başlanmıştır. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Teravih Namazı Mitinginde "İstanbul'u Konstantinopol olarak görmek isteyenlere karşı 22 günümüz var" ifadesi hususi bir mana taşımaktadır. Burada kastedilen Ak Parti’nin İstanbul’da seçimi kaybetmesi durumunda şehrin yeniden Bizans’ın eline geçeceğidir. Bu ifade, CHP’li Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu’na yönelik Pontusluluk iddialarının çerçevesini belirleyen talihsiz bir açıklama olmuştur. Hiç kuşkusuz partinin Genel Başkan Yardımcısı dahil çeşitli Ak Partililerin diline dolanmış olan Her ne kadar AK Parti Grup Başkanı Naci Bostancı "AK Parti'nin ayrımcı dile yaslanan 'Pontus' başlıklı bir gündemi yok” dese de, nasıl 31 Mart öncesinde iktidarın yoğun dozajda kullandığı düşmanlaştırıcı dil inkarla gizlenemeyecek kadar ortadaysa, şu anki Pontus söylemini de hiç bir inkar örtemez. Aynen 31 Mart öncesinde olduğu gibi, iktidar devletin her türlü imkanlarını 23 Haziran İstanbul seçimi için seferber etmiş durumda. Ayrıca Pontusluluk söylemiyle de halkın bir kısmını diğerine karşı kin ve düşmanlığa tahrik eden bir anlayış varlığını sürdürüyor ve iktidar İstanbul seçimi taktiğini kutuplaştırma, düşmanlaştırma, şeytanlaştırma ve kin ve nefret aşılama üzerine inşa etmeye devam ediyor.
AK Parti tükeniş içindedir
AK Parti'yi ilkesiz siyaset yapmakla eleştiren Baştürk “Ak Parti’nin Kürt seçmenlere ve Saadet Partili seçmenlere yönelik 31 Mart öncesinden farklı oportünist bir üslub benimsemesi Ak Parti’nin ayrıştırıcı nefret söyleminden arınmasını beraberinde getirmiyor.
Geldiğiniz noktada Ak Parti’nin sergilediği ilkesizlik, izlediği günübirlik politikalar (daha doğrusu içine sıkıştığı politikasızlık girdabı), iktidarı itikatlaştırıcı hali ve diline doladığı ırkçı nefret söyleminin bize söylediği gerçeklik şudur: İktidarın bitmek tükenmek bilmeyen vatan-millet-sakarya-din-iman-ümmet sömürüsü bu memleketin kötü yönetildiği gerçeğini gizleyememektedir.
İktidarını muhafaza etme güdüsü Erdoğan’ı bir zamanlar şiddetle karşısında yer alan bazı çevrelerle, yani eski sistemin sahipleriyle bir tür yeni bir sözleşme yapmaya itmiştir. Bu sözleşmeye göre, eski ile AK Parti birleşmiş; ama Erdoğan’ın tek adamlığında mutabık kalınarak eski sistemin bir şekilde sürdürülmesi öngürülmüştür. Yeni Cumhurbaşkanlığı Sistemi de eski sistemin yeni otoriter hükümet biçimi olarak tasarlanmıştır.
Bu durum aslında başlangıçtaki mecrasından sapan Ak Parti’nin bir tükeniş içinde olduğunun da bir göstergesidir. Bu tükeniş hali bazen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sanki iktidarda olan kendisi ve partisi değilmiş gibi yaptığı eleştirilerde de görülmektedir.
Zaman zaman AK Parti 16 yıldır iktidarda olup da hiç iktidara gelmemiş bir muhalefet partisi gibi davranan ve 16 yıllık icraatlarının tam tersini yapacağını iddia eden siyasi parti görünümü sunmaktadır. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Aslında Adalet ve Kalkınma Partisi artık ideolojik, politik ve örgütsel olarak bir tükeniş ve çözülme içerisindedir. Bu tükeniş ve çözülüş süreci kendini söylemde ve icraatta otoriter muktedir narsizmi diyebileceğimiz bir tavırla dışa vurmaktadır. Çözülüş sürecindeki iktidar anlayışının alternatifi yeni bir popülist dalga değildir. halkımızın ihtiyacı hak ve adalet merkezli yeni bir yönetim anlayışının hayat geçmesidir. Biz Saadet partisi olarak ilkeli, fırsatçı olmayan, Milletin uzun dönemli çıkarlarını önceleyen ve tüm milleti kucaklayan bir siyaset anlayışının uygulamaya koymak için çalışmaya devam edeceğiz” dedi.