Çoğu zaman görünen ile gerçek arasında fark vardır. Bilimin, yorumlama ve sentezin temel işlevlerinden biri de zaten görünüşlerin arkasındaki gerçeği ortaya koymaktır. Hayatın olağan akışı içerisinde yaşananları çoğu kez kendimizle ilişkilendirmeden, dışardan bir gözle izleriz. Hatta bazen taraf olduğumuzda bile konunun kendimizle bir bağı olabileceğinden ziyade ‘ahlaki olarak doğru tutum almak’ veya duygusal faktörler pozisyonumuzu belirlemekte etkin olur. Ama iş dönüp dolaşıp bizi de etkilemeye başladığında;bu sefer vaktiyle anlayamadığımız gerçekler tecrübeyle anlaşılmış olur. Ekonomideki gidişat bize bu durumu tekrar yaşatmaya başlamış gözüküyor. Yani yaşayarak öğrenme!
Üretmediğimiz, hatta yıllar içerisinde nasıl ürettiklerimizden de vazgeçtiğimiz gerçeği şu günlerde yüzümüze tokat gibi çarpıyor. TL’nin değer kaybetmesiyle ithal edilen ürünlerin maliyetinin ve dışa bağımlılığın nasıl zincirleme etkileri olduğunu hep birlikte görüyoruz.
İzmit’te kapatılan bir fabrikanın on-onbeş yıl sonra Eskişehir’deki bir basın emekçisini nasıl etkileyebileceğini görüyoruz bu günlerde mesela.
Bir süredir Türkiye’nin farklı yerlerinde, ulusal ve yerel basın açısından ekonomik sıkıntılar gündeme geliyordu. Dün Evrensel gazetesinin, Eskişehir basınının temsilcileriyle görüşerek yaptığı haberde Eskişehir özelinde de durumun nasıl olduğunu öğrenmiş olduk. Gazete sahiplerinin sayfa sayısı azaltma, pazar günleri gazete çıkartmama gibi önlemleri tartıştıkları, bunun sonucu olarak da işten çıkarmaların yaşanabileceği söyleniyor. Hatta bu hamlelere rağmen bazı gazetelerin bu krizi atlatamayacağı ve Eskişehir’de basılı gazete sayısının yarıya ineceği öngörüsünde bile bulunuluyor.Böylesi bir durumun ise basın emekçileri açısından toplu bir işsizlik yaratacağı açık.
Detayları haberden okunabilir (https://www.evrensel.net/haber/360708/kagit-krizi-buyuyor-yerel-gazetelerin-kapanmasindan-endise-ediliyor ) .
Peki bu ; okura habere ulaşamama, basın emekçisine ise işsizlik olarak dönecek krizin basın sektörü açısından temel sebebi ne? Cevap basit. ‘Artan kâğıt maliyetleri, yani kâğıtta dışa bağımlı olma, kendikâğıdını üretmeme.’
Türkiye gerçeklerinden haberi olmayan birisi ‘Demek ülkenin kağıt hammaddesi yok, ya da kağıt üretecek teknolojisi’ diye düşünebilir. Ancak gerçek tabii ki de böyle değil. Hepimizin bildiği gibi kâğıdın hammaddesi ağaç ve Türkiye ağaç diksen tutmayacak bir çöl değil. Yerli kağıt üretimini yapacak teknoloji ise değil şimdi ,1936 yılında bile vardı.1936 yılında kurulan SEKA, kağıdın hammaddesi olan selüloz dahil, gazete kağıdı dahil her türlü kağıdı üreten entegre bir kuruluştu.SEKA sadece fabrika değildi. SEKA aynı zamanda okulu, kreşi, sinema, tiyatro salonları, spor kulüpleri ile bir yaşam biçiminin taşıyıcısıydı. Örneğin Türkiye’nin ilk kadın kürek takımı SEKA’da kurulmuştu.
Zamanla Türkiye kağıt sektöründe üretimden uzaklaştırılarak ithalata bağımlı hale getirildi. Şimdi Şeker Fabrikalarında yapılanlar vaktiyle SEKA’da da yapıldı. Hatta kaliteli selüloz üretimi yapmak için ağaç yetiştirilen SEKA fidanlığının denize sıfır arazisi Mesut Yılmaz’ınbaşbakanlığında Koç-Ford Ortaklığı’na bedava verildi. Mesut Yılmaz buna itiraz edenlere ‘vatan haini’ , Süleyman Demirel ise ‘Gerekirse Çankaya’nın bahçesini veririm’ dedi.2005 yılında SEKA’nın kapısına kilidi vurmak ise AKP hükümetine nasip oldu.
Oysa benzer bir kriz 1994 yılında yaşandığında dünya piyasalarında kağıt 1000 dolar civarındayken, SEKA iç piyasaya 600 dolara kağıt vererek yayıncılık sektörünün kurtarıcısı olmuştu. Hem de kendisi de zarar etmeden. Konuyla ilgili detaylı bilgi almak isteyenler Selüloz İş Sendikası’nın yayınlarını inceleyebilirler.
SEKA’nn başına gelenler sadece ona özgü bir süreç değildi. İşte yanı başımızda yaşanan Şeker Fabrikaları örneği. Ona da sadece fabrika işçisinin sorunu olarak bakabilecek miyiz? Yoksa onu da çaya atacak şeker bulamadığımızda mı anlayacağız? Fabrikalar zarar ediyor, kamu işçisi bedavadan kazanıyor sözüne mi kanacağız? Birçok alanda Türkiye gerçeği böyle işliyor. Üretelim, ülkenin tarımına, sanayisine, doğasına sahip çıkalım diyenler çoğu zaman geri kafalılıkla, Türkiye’nin gelişmesini istememekle hatta ‘vatan hainliğiyle’ suçlanıyor. Memleketin tüm değerlerini satmakla meşgul olanlarsa ‘yerli ve milli ‘ oluyor.
SEKA gerçeğiyle basının durumu arasında kurmaya çalıştığımız bağ ; ‘kelebek etkisi’ tarifindeki gibi dünyanın bir ucunda kanat çırpan kelebeğin diğer ucunda fırtınaya sebep olabileceği gibi görülemez de değil. Herşey gözümüzün önünde oluyor. Türkiye’yi tezekten biz kurtardık diyenler vatandaşı tuvaletkağıdı alırken üç kere düşünür hale getiriyor.