İki yazıdır elimizden geldiğince ekonomik gelişmeleri emekçiler açısından değerlendirmeye çalışıyoruz. Muhtemelen önümüzdeki günlerde sık sık yine bu konuyla ilgili görüşlerimizi paylaşacağız. Zira ekonomik darboğaz öyle birkaç hamleyle aşılacak düzeyde değil. Ve gün geçtikçe yerelde de ekonomideki gidişatın sebep olduğu tablo daha net ortaya çıkacak.
İşçilerin, emekçilerin yaşam koşulları her geçen gün zorlaşırken bunun gerçek sebeplerini, iktidarın bu gidişattaki payını ortaya koymak yazılarımızın temel konusu oluyor. Ancak ‘dünyayı yalnızca anlamak değil, onu değiştirmek’ gibi de bir amacınız varsa; çözüm yollarını tartışmak da bir zorunluluk, zaman zaman ‘çözümün adresi benim’ diyenlerle tartışmak da.
Zaten biz dursak da ‘muhalefet’ kendi içinde ‘birbirine vurmaya’ hiç çekinmiyor. Biz sussak, iktidar dururken muhalefeti konuşmayalım desek de; onlar susmuyor.
Dilerseniz bu yazımızda biz de iki borsacının hikâyesiyle ekonomiden, ‘muhalefetin durumuna’ yumuşak geçiş yapalım.
İki borsacı yolda gidiyorlarmış. Bir de bakmışlar yerde bir pislik. Yaşlı ve üstat olan genç olana dönmüş:
- ‘Bunu yersen sana 1000 lira veririm’ demiş.
Genç düşünmüş ve 1000 liranın buna değeceğine karar vermiş. Pisliği yemiş, parayı almış.
Biraz daha yürümüşler, yerde bir pislik daha.
Bu defa genç olan, herhalde sonradan yaptığının doğruluğundan kuşku duymuş ki, ayni teklifi yaşlı olana yapmış.
Yaşlı biraz düşünmüş ve ‘Olur’ demiş. Pisliği yemiş, parayı almış. Biraz daha gitmişler, genç olan dayanamayıp sormuş.
- ‘Üstat’ demiş ‘bu nasıl iş?’ . ‘İkimizin de cebinde yine ayni para. Biz bu haltı niye yedik!’
Üstat bilgiç bilgiç kafasını sallamış,
- Ama 2000 liralık işlem hacmi yarattık.
Genel seçimlerin üzerinden iki aydan fazla zaman geçti. İktidar seçimin hemen ardından yönetsel hedeflerinde KHK’larla hayli yol aldı, özellikle ekonomide vatandaşta rahatsızlık uyandıracak bolca da gelişme yaşandı? Ama neredeyse seçimin ertesi günü muhalefette bir tartışmadır başladı, bitmiyor.
Bir tarafta başkanı koltuktan kaldırma çalışmaları, diğer tarafta ‘Bırakırım haa!’ diyen başkanı koltuğa tekrar oturtma çabaları. Başkan dediysek muhalefet partilerinin genel başkanları. Yoksa uzun süre öteki ‘başkanla’ ilgilenen olmadı. Sonuçta değişen ne mi oldu? Şimdilik hiçbir şey. Herkes yerli yerinde duruyor!
İyi Parti’de Akşener, bırakıyorum dedi, topladığı kongrede ‘eteğinde taş olan, içinde ukde kalan var mı?’ diyerek adeta delegelerden ‘eleştirmeme sözü’ aldı. Bu süreçte bir kısım parti kurucusu istifa etti. Şimdiyse tüm il yönetimlerinin istifasını istedi. Kısacası bu süreçten partisi zayıflarken, partisi içerisinde güçlenerek çıktı.
CHP’de ise durum biraz daha farklı. Kurultay toplanması şimdilik başka bahara kalmış gözükse de parti meclisindeki tartışmalar yine manşetleri süslüyor. Kılıçdaroğlu’nun küskün seçmene ‘boykot edeceklerine AKP’ye gitsinler’ dediği söyleniyor. Genel Başkanlığı bırakacaktım diyen Kılıçdaroğlu, Muharrem İnce tarafından sosyal medyada yalancılıkla suçlanıyor. Gaye Usluer katıldığı TV programında bir taraftan PM’deki tartışmaların basına yansımasını doğru bulmadığını söylüyor diğer taraftan toplantıda yapılan değerlendirmede ‘belediyelerin CHP’de olduğu yerlerde oy kaybı daha yüksek’ tespiti yapıldığını ifade ediyor. Kurultay için yeterli imza neden toplanamadı diye soran sunucuya ‘Kurultay imzasını geri çeken delegelerin durumunun masum olmadığını’ söylüyor, bu olaydan ya fayda sağladıklarını ya da tehdit edildiklerini ima ediyor.
Sonuç olarak; iki ay boyunca memleketin sorunlarını unutup birbirlerinin ayıplarını ortaya dökenler ‘Biz bu haltı niye yedik?’ derler mi bilinmez. Ama dışarda birilerinin el ovuşturup ‘Öyle deme, paha biçilmez işlem hacmi yarattık’ dediği kesin.
24 Haziran öncesi miting meydanlarını dolduran, tek adam yönetimine hayır diyen milyonlarınsa kaygılı ve öfkeli durumları sürüyor. Bizlerin asıl yürütmemiz gereken tartışmaysa bu kaygılı milyonlarla aslında durumundan çok memnun olmayan ama şimdilik alternatif göremediği için AKP ve ittifakından kopamayan, hatta dün iktidarın destekçisi olan ama gün geçtikçe kendi yaşamının gerçekliğiyle AKP illüzyonunun arasındaki çelişkiyi fark edecek olan emekçilerin birleştirilmesinin ve siyasetin izleyicileri değil aktörleri olmasının yol ve yöntemlerini aramak. Yoksa ‘o değil ben yaparım siyaseti’nin geldiği ibretlik durum ortada. Zaten emeğiyle geçinen milyonlar için gerçek bir değişim ve kurtuluş hiçbir zaman ‘sandıkta bir başkasına oy vermek’ kadar kolay olmadı!