Katıksız gerçeklik de, katıksız hayalcilik kadar bünyeye zarardır.
Birinde alabildiğine siyaha, ötekinde ise alabildiğine pembeye bürünür gözler.
Körleşmedir bir nevi. Herkesin baktığı yerden bakmanın sakıncaları da vardır üstüne üstlük.
En ufak bir ışığı ateş çıkmış gibi söndürmeye meyillenmekte fenadır, cılız bir ışığa pervaneler gibi yapışmakta.
Çinliler biliyor bu işi zannediyorum “gökyüzünde hayaller kurmak güzeldir ama yeryüzünde temelleri sağlam atmak kaydıyla…”
Yeryüzündeki temellere bakıyoruz.
Tarihsel bir olgu, ilkesel bir duruş, ilkleri yapmanın unutulmaz izleri.
Hikayeleri ile büyütülmüş çocukların, hikayelerin gücünün farkında olmalarından mütevellit yeni hikayeler anlatma hırsı; inancı da, inadı da, umudu da tüketmiyor.
Kaç doksan dakika canım umutlar gömülürken yeşil zemine…
Üstelik para yok kasada, kim bize yardım edecek sorusu akıllarda mıh gibi çakılıyken ve en sağlamından çatlayan bir taşa dönüşmüşken sabır. Hikaye anlatmak isteyen çocukların varlığıdır aslında sarıldığımız.
Kabul ediyorum İstanbul yenilgisi hayal kurmak için çok neden bırakmıyor.
Zemin fena halde gerçeklik bataklığına dönüşmüşken, hayal kurmak işçi Recep’in ferrari rüyasından öte geçmiyor.
Elde sadece İstanbul maçında meşin yuvarlağa dur demek için, hayalleri ayakta tutmak için canla başla mücadele eden, sahanın en yalnızının, en ciddi mücadeleyi verdiği bir maçın ardından bu denli yıkılmışlığı kalıyor ise kimsede hayallere sarılacak mecal de kalmıyor aslında.
Tut ki yenildik, yenileceklerimizin dışında. Nasıl diyeceğiz çocuklara “anlatacak hikayeleriniz kalmayacak” diye.