Prof. Dr. Gülten Seber, hem politik hem de psikolojik bir yazı kaleme aldı.
Prof. Dr. Gülten Seber'in "İSTEMEK..." adlı yazısı:
Sizlerle istemek kavramını ele almak istiyorum; anlamı, sınırları ve canlı yaşamında ne anlam taşıdığını gelin birlikte soralım, düşünelim. Sınırsız istemek felaket getirir mi?
İsim halinde “istek” eylem hali ile “istemek” canlıyı, insanı harekete geçiren anlamlı kılan, temelinde arzunun olduğu duygu, düşünce ve davranış halidir. Ancak isteğin doyumunu kısa süreli haz vermediği gibi elde edilen istek nesnesi de genellikle beyin gözümde önemsizleşir yeni arayışlara geçilir.
Filogenetik olarak insan yavrusu, haz alanı ve istekler dünyası çok geniş, karmaşık hatta sonsuz ve sınırsız bir varlık olarak dünyaya gelir. Süreç içinde insan yavrusu diğer canlılardan farklılık göstererek sosyalleşmekte ve öğrendikleri ile insanileşmektedir. İnsanileşmek, istemek eylemini, başkalarını ve içinde bulunulan koşulları dikkate alarak, uygun duygu alanı içerisinden davranış ve düşünlerini kontrol etmeyi getirir.
Erken çocukluk döneminin (0-6 yaş arası ) ihtiyaçları sonsuz, sınırsız, tüm nesnelere yenilebilir durumdadır. Ebeveynler, çevre çeşitli yöntemlerle çocuğa, neyi nerede ve ne zaman isteyeceğini öğretir. Tabii ki çocuk bu gelen uyarılara da tepkiyi kendi bilişsel zihinsel süreçlerinden geçirecek; ferdi farkını ortaya koyarak kişiliğini örgütleyecektir.
Bazı kişiler bu istemek kavramını kendini ve çevreyi rahatsız etmeden programlar. Bazı kişiler bu istemek alışkanlığını yetişkinliklerinde yaşar ve bir iç görü yapamaz (geliştiremez) yani her şey benim olsun, dünyadaki insanları ve eşyaları (nesneleri) paylaşamaz.
Bu kişilik özellikleri, arkadaş, anne, baba, evlat, yönetici ve politikacı olarak çevresine ve kendisine zarar verir ve zarar görür. Örneğin; bir oda dolusu oyuncak içinde bir çocuk, arkadaşlarını sindirerek bu oyuncaklar benim der. Tüm arkadaşlarına ve onların haklarına saldırır ve grup içerisinde uyum sağlayamayabilir, bu tutumu ergenlikte farklı ilişkilerde çeşitli sorunlarla devam eder.
Yada ebeveynler şöyle yakınır "sokağa çıkınca her gördüğünü istiyor, alınmazsa kendini yerler atıyor, ağlıyor. Bizi çılgına çeviriyor" der.
Yetişkinliğe kadar bireyin, tutum ve davranışlarında dolayısıyla ötekilerle ilişkilerinde düzeltmeler yapması beklenir.
Ruhsal hayatımızda istemenin karşı uçtaki görünümlerini ele alırsak; hiç istememek yani istemenin tam tersi olarak yemeği (yemekten), uykudan, gezmeği -kten giyinmeyi -mekten vazgeçmek, umutlarını yitirilmiş-mek, değersizlik hissine kapılmak da mümkündür bu nedenle de istemek artık anlamsızlaşır. Bu ruh hali temel kişiliğinden başlayarak çökkünlük (depresyon) olarak tanımlayabiliriz.
Yukarıda çocuk örneğinde tartıştığımız “hepsini istemek davranışı erişkinde ortaya çıktığında topluma karşı kişilik olarak tanımlanabilir. Böyle kişiler, her şeyi istemek, elde ettikleri ile yetinmemek, ayı, yıldızları, ülkeleri istemek, zenginliği, parayı, ünü ve yükselmeyi, insanlar üzerindeki hakimiyetini artırarak tek adam olmayı ve biricik olmayı isterler. Böylesi kişilik sahipleri bir ebeveyn, eğitmen, yönetici, arkadaş vb. olarak çevresindekilere zarar verirler. Politikacı olduklarında ise ülkeyi felakete götürebilirler. Nitekim tarihte örnekleri de vardır: Mussolini, Franko ve Hitler’i hatırlaya biliriz. Örneğin, Musolini için Nazım Hikmet 1945 yıllarında “Taranto-Bobu'ya Mektuplar”da "Musolini ne çok şey istiyor, çok konuşuyor, çok korkuyor" diye mısralara dökecektir.
Kendi tarihimizden 1915 Sarıkamış felaketi Yemen çöllerinden yazlık giysilerle kara kış da savaşa sürüklenen ordu, Allahuekber Dağlarında donarak hayatını kaybetmiş olan savaşın öyküsünde de sınırsız istemek gerekleri test etmeyen yöneticilerin hayal üstü eylemleridir.Yemen ve türküleri de belleklerimizde ne acı anılar bırakmıştır.
Görüldüğü gibi "gerçek "tarihi okumada türkülerin, şiirlerin kadar önemi olduğu görülmektedir. Ne yazık ki gününüzün öyküsü yazılırken ne şair, ne ozan, ne gazeteci kalmadı.
Normalde istemek ise gerçeklerin algılandığı kendi ve başkalarının sınırları içinde kalan bir durumu akla getirir. Geçtiğimiz yüzyılın diktatörleri tarihe lanetli olarak geçmiş ve akıbetleri felaket olmuştur. Yukarıda ifade etmeye çalıştığım gibi insanlığa zarar vermiş; kendileri de zarar görmüşlerdir.
Görüyorum ki istemek ve bu eylemi kişiliğimize sindirmek çok da kolay bir durum değildir. Yeterince gerçekçi, umudunu kaybetmeyen ve yetenekleri doğrultusunda başkalarına sorumlu ve saygılı kişilikler geliştirmek; insanı, doğayı ve hayatı seven; hayalleri olan bir hayat kurmak önemlidir. Yeni nesilleri böylesi ortamlarda büyütmek ve bu ideallerle geliştirmek gerekir.
Sorumu tekrarlıyorum: "Sınırsız istemek felaket getirir mi?”
Yaşamdan hepimiz sorumluyuz…
Sizlerle istemek kavramını ele almak istiyorum; anlamı, sınırları ve canlı yaşamında ne anlam taşıdığını gelin birlikte soralım, düşünelim. Sınırsız istemek felaket getirir mi?
İsim halinde “istek” eylem hali ile “istemek” canlıyı, insanı harekete geçiren anlamlı kılan, temelinde arzunun olduğu duygu, düşünce ve davranış halidir. Ancak isteğin doyumunu kısa süreli haz vermediği gibi elde edilen istek nesnesi de genellikle beyin gözümde önemsizleşir yeni arayışlara geçilir.
Filogenetik olarak insan yavrusu, haz alanı ve istekler dünyası çok geniş, karmaşık hatta sonsuz ve sınırsız bir varlık olarak dünyaya gelir. Süreç içinde insan yavrusu diğer canlılardan farklılık göstererek sosyalleşmekte ve öğrendikleri ile insanileşmektedir. İnsanileşmek, istemek eylemini, başkalarını ve içinde bulunulan koşulları dikkate alarak, uygun duygu alanı içerisinden davranış ve düşünlerini kontrol etmeyi getirir.
Erken çocukluk döneminin (0-6 yaş arası ) ihtiyaçları sonsuz, sınırsız, tüm nesnelere yenilebilir durumdadır. Ebeveynler, çevre çeşitli yöntemlerle çocuğa, neyi nerede ve ne zaman isteyeceğini öğretir. Tabii ki çocuk bu gelen uyarılara da tepkiyi kendi bilişsel zihinsel süreçlerinden geçirecek; ferdi farkını ortaya koyarak kişiliğini örgütleyecektir.
Bazı kişiler bu istemek kavramını kendini ve çevreyi rahatsız etmeden programlar. Bazı kişiler bu istemek alışkanlığını yetişkinliklerinde yaşar ve bir iç görü yapamaz (geliştiremez) yani her şey benim olsun, dünyadaki insanları ve eşyaları (nesneleri) paylaşamaz.
Bu kişilik özellikleri, arkadaş, anne, baba, evlat, yönetici ve politikacı olarak çevresine ve kendisine zarar verir ve zarar görür. Örneğin; bir oda dolusu oyuncak içinde bir çocuk, arkadaşlarını sindirerek bu oyuncaklar benim der. Tüm arkadaşlarına ve onların haklarına saldırır ve grup içerisinde uyum sağlayamayabilir, bu tutumu ergenlikte farklı ilişkilerde çeşitli sorunlarla devam eder.
Yada ebeveynler şöyle yakınır "sokağa çıkınca her gördüğünü istiyor, alınmazsa kendini yerler atıyor, ağlıyor. Bizi çılgına çeviriyor" der.
Yetişkinliğe kadar bireyin, tutum ve davranışlarında dolayısıyla ötekilerle ilişkilerinde düzeltmeler yapması beklenir.
Ruhsal hayatımızda istemenin karşı uçtaki görünümlerini ele alırsak; hiç istememek yani istemenin tam tersi olarak yemeği (yemekten), uykudan, gezmeği -kten giyinmeyi -mekten vazgeçmek, umutlarını yitirilmiş-mek, değersizlik hissine kapılmak da mümkündür bu nedenle de istemek artık anlamsızlaşır. Bu ruh hali temel kişiliğinden başlayarak çökkünlük (depresyon) olarak tanımlayabiliriz.
Yukarıda çocuk örneğinde tartıştığımız “hepsini istemek davranışı erişkinde ortaya çıktığında topluma karşı kişilik olarak tanımlanabilir. Böyle kişiler, her şeyi istemek, elde ettikleri ile yetinmemek, ayı, yıldızları, ülkeleri istemek, zenginliği, parayı, ünü ve yükselmeyi, insanlar üzerindeki hakimiyetini artırarak tek adam olmayı ve biricik olmayı isterler. Böylesi kişilik sahipleri bir ebeveyn, eğitmen, yönetici, arkadaş vb. olarak çevresindekilere zarar verirler. Politikacı olduklarında ise ülkeyi felakete götürebilirler. Nitekim tarihte örnekleri de vardır: Mussolini, Franko ve Hitler’i hatırlaya biliriz. Örneğin, Musolini için Nazım Hikmet 1945 yıllarında “Taranto-Bobu'ya Mektuplar”da "Musolini ne çok şey istiyor, çok konuşuyor, çok korkuyor" diye mısralara dökecektir.
Kendi tarihimizden 1915 Sarıkamış felaketi Yemen çöllerinden yazlık giysilerle kara kış da savaşa sürüklenen ordu, Allahuekber Dağlarında donarak hayatını kaybetmiş olan savaşın öyküsünde de sınırsız istemek gerekleri test etmeyen yöneticilerin hayal üstü eylemleridir.Yemen ve türküleri de belleklerimizde ne acı anılar bırakmıştır.
Görüldüğü gibi "gerçek "tarihi okumada türkülerin, şiirlerin kadar önemi olduğu görülmektedir. Ne yazık ki gününüzün öyküsü yazılırken ne şair, ne ozan, ne gazeteci kalmadı.
Normalde istemek ise gerçeklerin algılandığı kendi ve başkalarının sınırları içinde kalan bir durumu akla getirir. Geçtiğimiz yüzyılın diktatörleri tarihe lanetli olarak geçmiş ve akıbetleri felaket olmuştur. Yukarıda ifade etmeye çalıştığım gibi insanlığa zarar vermiş; kendileri de zarar görmüşlerdir.
Görüyorum ki istemek ve bu eylemi kişiliğimize sindirmek çok da kolay bir durum değildir. Yeterince gerçekçi, umudunu kaybetmeyen ve yetenekleri doğrultusunda başkalarına sorumlu ve saygılı kişilikler geliştirmek; insanı, doğayı ve hayatı seven; hayalleri olan bir hayat kurmak önemlidir. Yeni nesilleri böylesi ortamlarda büyütmek ve bu ideallerle geliştirmek gerekir.
Sorumu tekrarlıyorum: "Sınırsız istemek felaket getirir mi?”
Yaşamdan hepimiz sorumluyuz…