Eskişehir eski valilerinden Kadir Çalışıcı, Sakarya Gazetesi’ndeki yazısında ülke olarak depreme bakış açımızın ibretlik hikayesini yazdı. Ders almıyoruz alacak gibi görünmüyoruz...
Çalışıcı, Eskişehir’de göreve ilk başladığı gün brifing raporlarını incelediğini, Marmara depreminin üzerinden yıllar göçmesine rağmen ağır hasarlı 10 okulda 20 bin civarında öğrencinin eğitim yaptığını duyunca nasıl bir şok yaşadığını anlattığı yazısında daha sonra yaşananları hatırlatarak depremden ders alınmadığını bundan sonrada alınacağından kuşku duyduğunu belirtti. Çalışıcı köşesinde şu ifadelere yer verdi:
Brifing Raporları’nı eve götürüp akşamleyin şöyle bir göz atayım istedim: …Sırasıyla sorunları incelerken bilhassa depremle ilgili bölüm dikkatimi çekti. Çünkü birkaç yıl önce vuku bulmuş olan 17 Ağustos Marmara Depremi Eskişehir’i de sarsmış, 86 cana sebep olmuştu. Sonrası yapılan Teknik çalışmalar, diğer binaların yanında bilhassa on okulun ağır hasarlı olduğunu belirtiyordu.
*
Baktım ki, “Ağır Hasarlı” denen bu on okulda hiçbir çalışma yapılmamış. “Acaba içlerinde halen eğitim yapılıyor mu?” diye merak ettim. Şayet yapılıyorsa kaç çocuğumuz, nasıl bir risk altındaydı?
Sabahı bekleyemedim. Eğitim Müdürü’nü arayıp sordum. Aldığım cevap gerçekten korkutucuydu: “Bu on okulda halen yirmi bin civarında çocuğumuz eğitime devam ediyor.” yönündeydi. Çarpılır gibi oldum!
Peki ya tedbir..? Bütün tedbir, şu üç satırlık ruhsuz, duygusuz yazıdan ibaretti: “Bakım, onarım ve güçlendirme yapılabilmesi için (o zamanın parası) üç trilyon ödeneğe ihtiyaç var.
Milli Eğitim Bakanlığı’nca Avrupa Kalkınma Bankası’ndan talep edilen kredi beklenmekte olup gelir gelmez güçlendirme çalışmalarına başlanacaktır.”
*
Bir tuhaf oldum...
Dayanamayıp:
-Yahu müdür bey dedim, depremin üzerinden neredeyse altı yıl geçmiş. Teknik adamlar: Bu okullar ağır hasarlı ve her an çökebilir, diye sizi uyarmış. Günahsız çocuklarımız, göz göre göre gavurun insafına bırakılır mı hiç? Bu ne aymazlık kardeşim? İnsan yemez, içmez, gerekirse her şeyden feragat eder parayı bir şekilde bulur. Bedeli ne olursa olsun tek bir çocuğumuzun burnunun kanamasına değer mi?
*
O akşam içime bir korku düştü: “Allah korusun, ya güçlendirme çalışması bitmeden bir deprem olursa!?”
Depremle pazarlığımız yok ki!
*
O gün erkenden tüm yetkilileri topladım. Konuyu enine boyuna müzakere ettik.
Tam tamına güler misin ağlar mısın durumuydu: Güçlendirme yapılacak çalışmalar önünde hiçbir hukuki engel olmadığı gibi, mali engel de yoktu.
Vilayet bütçesi denk olduktan başka, 38 trilyon da fazlası vardı.
“Ah şu bürokrasinin düşüncesiz, vicdansız, ruhsuz, soğuk yüzü…” dedim öfkeyle.
Okullar, binlerce çocuğumuzun tepesine neredeyse çökmek üzere iken, öte yanda onca para atıl duruyor...
*
Ve güçlendirme çalışmalarına süratle başlattık.
En ilginç durumu Melahat Ünügür Ortaokulu’nda gördük.
Güçlendirme çalışmasını yapan teknik arkadaş telefon etti.
Valim dedi, burada çok garip bir durum var, muhakkak görmeniz gerek.
Gittim.
Gördüm ki, binanın ana taşıyıcı kolonu boşlukta sallanıyor.
Manzara gerçekten tam bir kara mizah örneğiydi.
Müteahhit, taşıyıcı kolon için pabucu koymuş. Fakat zahmet edip o dev gibi kolonu pabucun üzerine oturtmamış.
Koca kolon pabuçtan yarım metre uzakta, tavana asılı, boşlukta duruyor.
kasıtlı yapılmış; bir an önce çocuklarımızın üstüne göçsün, der gibi.
de, o güne kadar bu binanın çocuklarımızın tepesine çökmemiş olması tam bir mucizeydi.
*
Bu son deprem faciası da gösterdi ki,
Öncekilerden ders çıkartıp hiç ibret almamışız.