Konuk yazar Faik Alkan yazdı:
Anadolu Üniversitesinde bir hafta içinde art arda istifalar yaşandı. Önce Rektör Şafak Ertan Çomaklı, ardından Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Ferhat Uslu… Peki ya bu kişilerin rektör yardımcılığı, rektör danışmanlığı, daire başkanlıkları, dekanlık, enstitü ve yüksek okul müdürlüğü görevine getirdikleri… Hukuka aykırı işlerini yaptırdıkları… Gözüne kestirdikleri akademisyenler hakkında “MASONİK-FETÖCÜ-MARKSİST CEPHE” gibi hayali ve komik bir örgüte üyelikten soruşturma raporu düzenleyenler…
Sanırım Çomaklı’nın görev yaptığı bir buçuk yıla dair söz söylemeye en fazla hakkı olan bizleriz. Çünkü bu saldırılara en çok maruz kalan sendika olarak hiçbir dönem susmadık ve gerçekleri, yaşanacakları söyledik. Eleştirilerimiz sadece şahıslara değil, bütün bir yüksek öğretim sistemine... YÖK’ün üniversiteler üzerindeki karabasanına eklenmiş, tek adam anlayışına. Bu şahısları hiçbir liyakata, demokratik seçime, üniversite bileşenlerini iknaya ihtiyaç duymaksızın bu kadar yüksek makamlara getirebilen anti demokratik sisteme… Yıkımlar getirmeye, üniversiteleri hırpalamaya mahkum olan bu yapı değişmeden ülkede gerçek bir akademinin yaratılması maalesef mümkün değil. Çomaklı’dan önce de üniversite güllük gülistanlık değildi elbet, aksine barış akademisyenlerinin ihracından, akademik ve idari personelin sürgününe; polis şiddetinden, öğrenciler hakkında açılan soruşturmalara kadar birçok yanlış kampüste kol geziyordu. Ancak “yeni yönetim” ile bu yanlışlıklar artık “bu kadar da olmaz!” dedirten bir noktaya ulaştı.
Neler görmedik ki bu bir buçuk yılda? Bir günde ve trajikomik gerekçelerle üniversitedeki görevinde atılan veya görevinden veya derslerinden el çektirilen akademisyenler, mafyavari yöntemlere görevlerinden istifa ettirilen dekanlar, kampüse alınmayan eski rektörler… Sonra dudak uçuklatan paralarla kampüsün her yanına konulan “hem dudak okumalı hem de ses kaydı yapan alengirli ve çokça akıllı kameralar”, “top geçer adam geçmez yüksek güvenlikli dubalar”… İptal edilen festivaller, reklam sosu yüksel VİP’e özel yeni festivaller… Sonra kampüsten “güvenlik marifetiyle” çıkarılan sendika üyelerimiz, yöneticilerimiz… Sonra İzmirlilere hakaret eden rektör anneleri, sonra öğrencileri annesine şikayet eden rektör videoları, sonra öğrencileri aşağılayan dekan yardımcıları, kürsüdeki son hocanın atılmasının ardından “Hukuk Felsefesi” derine giren ilahiyatçılar…
Sonra… Sonrası bitmez. Çomaklı göreve başladığında “Eskişehir’e ve Anadolu Üniversitesi’ne yabancı, polis akademisi -üniversitede çokça kullanılan deyimiyle istihbaratçı- kökenli birinin rektör olması üniversiteye, akademiye, Eskişehir’e zarar verir”, “üniversiteye ve şehre dışarıdan ve tek elden dizayn vermeyi bu kent kaldıramaz”, “bu yanlıştan dönülsün” dedik. Saldırılar ilk olarak Hukuk Fakültesi’nde başladı. İstifa eden Ferhat Uslu ve istifa etmesi gereken diğer idareciler dışarıdan gelerek ve yanlarına “her dönemin adamı” birkaç kişiyi alarak adeta fakülteyi işgal ettiler. Tüm yetkiler bu kişilerde toplandı. Ardından işten atmalar başladı. Atamaları yenilenmeyen akademisyenlerin işten atma formunda “çok yetkili dekan vekilinin çift imzası” vardı. Akademisyenler haberlerinin dahi olmadığı hukuka aykırı, düzmece ve hatta yalan tanıklı soruşturmalarla işlerinden atılırken “demokrat bilim insanlarını keyfi biçimde, nobranca işinden edenler yarın hepimize dokunur. Hem akademiye hem Eskişehir’in kültürüne zarar verir” dedik. Tek başımıza değil, Eskişehir kamuoyuyla birlikte söyledik bunları. Her partiden tüm milletvekilleri, belediye başkanları, Eskişehir’in ileri gelenleri, yerel basını… Yazdılar, çizdiler, Rektör’ü aradılar. Bu hukuksuzluğu Eskişehir kaldırma dediler. Ama nafile… Tasfiye süreci devam etti. İki genç akademisyen daha işinden oldu. Siyasi görüşünü beğenmedikleri, üzerlerinden egolarını tatmin edemedikleri, kendilerine biat etmeyenleri, gözünün üzerinde kaşı olanları ya işinden ettiler ya da atama yenileme dönemi geldiğinde işinde etmek için kızağa çektiler… O dönem işinden atılan sendika hukuk sekreterimiz Barış Işık’ın sözleriyle “onlar kötüydü, bilim, hukuk, Eskişehir diye bir dertleri yoktu!”
Şimdi kime ve nasıl, hangi paralarla ihale edildiği tartışılan güvenlik sistemlerine ilişkin de sesimiz o dönem gürdü. “Üniversite kaynaklarını çevrenize ya da güvenliğe değil, bilime aktarın, kampüsler yarı açık cezaevleri değildir, aksine en çok Eskişehirlilere açık olmalıdır” dedik. Onlar üniversite çalışanlarını “milli-terörist”, “kendisine yakın-uzak”, “ocu-bucu” diye fişlerken, ayırırken, ayrımcı ve bilimden nasip alınmamış dil kampüse hakim kılınmaya çalışırken; “bu düşmanlık kimseye yarar sağlamaz, hepimize zarar verir” dedik. YÖK bir gecede Açıköğretim’in gelirlerine el koyarken “bu para açıköğretimde okuyan öğrencilerin, bu öğrencilere bilgi götüren Anadolu Üniversitesi çalışanlarınındır. Açıköğretim gelirlerini peşkeş çekmeyin” dedik. Şimdi istifa edenler o dönem üniversitenin en önemli yönetim kadrolarına “dışarıdan kendi adamlarıyla doldururken”; “kadrolaşmayla bu üniversite ve Eskişehir’in dokusunu dönüşü olmayan şekilde yok ediyorsunuz” dedik.
Daha denilecek çok sözümüz var ama bu yazı “biz demiştik!” demek için yazılmadı. Şimdi önümüzde bir seçim duruyor. Bu seçim hem Anadolu Üniversitesi’ni hem de şehrimizi yakından etkileyecek. Ya bu idari görevlere dışarıdan, partizan, üniversite bileşenlerince kabul görmeyen, “dediğim dedik çaldığım düdük” diyen birileri getirilecek ve insanların ekmeğiyle, bilimin onuruyla oynanmaya devam edilecek; ya da “üniversite içersinden, sevilen, her görüşe ve fikre açık, akademik liyakatı yüksek birileri” getirilecek ve bilime hak ettiği değer verilecek, işinden edilenler işlerine geri dönecek. Şimdi bize düşen hırpalanmış üniversitemizi eskisinden çok daha bilimsel, demokratik, özgür bir hale getirmek. Biz sendika olarak her türlü sorumluluğa hazırız. Yeter ki bir daha “biz demiştik!” demeyelim.